Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zor

Zor kelimesini duymaktan yoruldum ve şükrünü bilmeyenlerden. Zor kelimesini içimde yaşattığım için kendimden de yoruldum. Zor ise kal olduğun yerde. Bu mu? George Orwell: "Yapmak istediğimiz şeylerin hep yapılamayacak şeyler olduğunu düşünerek hayatımızı geçirmemiz tuhaf değil mi?" diye soruyor. Cevaplayabilen cevaplasın. Sahip olduğumuz şeyler için dua ettiğimiz günleri hatırlamak lazım. Bulunduğumuz yerin kıymetini bilmek için. Binlerce kişinin hayal ettiği hayatı yaşayıp da şikayet edenlere bu sözüm. Biraz fazla kızıyorum onlara. Bir gün hayal ettiğim yerde olup şikayet edersem bu yazdıklarımı hatırlatın a dostlar. Bazen de bulunduğumuz yerin büyüsüne kapılıp yüceltilme isteğiyle doluyoruz. Bir ses fısıldasın hep: "Sen sadece insansın." Sadece insanız. Amaçlı yaşayınca 'güzel insan' oluyoruz. Amaçsız, anlamsız ve boş yaşayınca da akıl verilmeyen canlılardan aşağı konuma düşüyoruz. İnsanın üstünlüğü kalkıyor ortadan. Birçok anlamda üzerine düşünülebil

Ben de Gittim

Hepimiz bugüne kadar, ikileşen bir sürü yolda bir şekilde bir tanesini seçip bulunduğumuz yerlere geldik. Tercihlerimiz, iyi kötü sonuçlar doğurarak acı tatlı dönüşler yaptı. En çok yenildiğimizde büyüdük. En çok yenildiğimizde olgunlaştık, ağırlaştık. Nasip oldu, bir şekilde elde ettim birçok şeyi. Nasip olmadı, elde edemedim birkaç şeyi. Elde edemediklerime takılı kaldı aklım. Kabullenmekten nefret eden o güzel aklım. Belirsizlikler dünyasının ümit dolu olmasının yanı sıra acı tecrübelerle bitecek olmasının kaçınılmazlığını öğrendim. Net olsaydı belirsiz olmazdı çünkü. Sanrılar oluşurken Polyannacılığa bayılan beynimin acabalarına güldüm. Acaba? Acaba? Acaba? Sevmediğim kelimeler listesine ekliyorum onu. Hayırlı olsun. Bugün bir cümleyle karşılaştım: "Ben artık emeklerime yazık olacak hiçbir yerde olmak istemiyorum." Ne kadar haklı! Emeklerine yazık olmasına müsaade etmeden kaçmak lazım. Dünyana bir hayal kırıklığı daha katmadan hatta elindeyse yazık olanları baştan bu

İnsan İnsana İnansa

Yaşanmışlıkların verdiği tecrübeyle güvensiz kalmışız. Sokaklarda yürüyen güveni kırık binlerce insan zedelemiş birbirinin duygularını. Zedeleyen zedelenmiş, bundan haberi bile olmadan aldığı ahların gölgesinde devam etmiş yoluna. Üç günlük dünya demeden kötülüğü ölümüne yerleştirmişiz içimize. Şu kısacık ömrümüzde birbirimizin ömür törpüsü olmuşuz. Ama neden? Anlamaya çalışıyorum. Evet, insanız ve bize verilen 'kötü' adı altındaki özelliklerimiz var. Peki, o özellikleri neden amacına uygun kullanmaya çalışmıyoruz? Kötü yaratılmadık. Her bir duygu olması gereken yere hizmet etmesi gerekirken biz onları yüreğimizin en güzel köşelerine alıp da birbirimizi kırıyoruz. Hased, kin, hırs... Özellikle hased. Herkes nasibine düşeni yaşar. Bunu anlamamak için o kadar direniyoruz ki. Ne yazık. "Kimse kimsenin nasibini yiyemez." der annem hep. Nuriye Çeleğen de "Kıskançlık Allah'a karşı edepsizliktir." diyor. "...Çünkü hased evvela hasidi ezer, mahvede

Ne Yaparsan Yap “Hissederek” Yap!

Ne yaptığın değil ne hissederek yaptığın olay!😁 Bir Kenan Doğulu şarkısını uyarlayarak giriş yapacağım aklıma gelmemişti ama akışına bırakıyorum😁 Bilmiyorum, bir nasip edilmişlikle mi yoksa yaratılıştaki bu muhteşem varlığı fark etmekle mi başladı olay? His. Ne büyük nimet! Şu hiçbir şeyden emin olamayacağımız dünyada vicdanla beraber bir rehber. Karşılaşabileceğimiz herhangi bir şeyde devreye girip kurtarmıyor mu ona bayılıyorum. Bir de hele bir onu dinlememeye kalkayım yemiyor muyum tokatı! Ön yargı olduğuna kanaat getirdiğim nadir anlar olsa da genelde yanılmadığımı gördüğüm bir durum var: İnsanlardan hissettiğim ilk şey doğru çıkıyor. Kalp tanıyor, bu böyle böyle bir insan diyor ve o an hislerime hızlı bir yolculuk yapılıyor. Bir kere biraz çevre etkisi, biraz Polyannacılık yapıp hislerimi dinlemeyeyim dedim. Pişman bile olamadım. "Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez." İlk anda hissettiklerim bire bir çıktı. Acı tecrübemi koydum cebime, döndüm hislerime:

Sona Sakladığım Önceler

Sevince öne aldığımı yine sevince sona sakladığımı fark ettiğim şeyler üzerinden yazmak istiyorum bugün. Sona aldığım şeylerin derinindeki anlam ve yazarken ayrıca fark ettiğim, kendimle yüzleştiğim şeyler var. Önce öne aldığım şeylerden başlıyorum: Bıkıncaya kadar dinlediğim şarkılar, merak ettiğim kitaplar, bilmediğim kelimelerin anlamları, sonuna gelmeyi beklemeden tıkladığım beğen butonları ve dahası. Bunlar, tez canlılığımın verdiği heyecanla öne almaktan kendimi alamadığım basit birkaç şey. Bulunduğum an içerisinde ufak bir şansım bile varsa hemen gerçekleşir bunlar. Her zaman aynı şartlar olamayacağı için törpülemek istediğim de bir huydur kendisi. Sona sakladığım şeylere başlayacak olursam... En basitinden, yaptığımın farkında olmayıp daha sonra fark ettiğim bir durumla başlamak istiyorum: Yemek. Evet evet, yemek. Bir menü içinde sevdiğim şeyler hep sona kalır. Doyduktan sonra ne manası var bilmem, sonrası midede dans😅 Sona sakladığım önemli bir durumla devam ediyorum: En

Gece

Gündüzü mü geceyi mi daha çok seviyorsun deseler gündüz derim, aydınlık derim ama gecede farklı bir şey var. Karanlıkta bambaşka bir şey var. Beni derin derin düşündüren, kendine usulca çeken, geceyi yaratana şükrettiren bir şey var. Günlük telaşlar bitmiş ve yerini sükûnet almış. Kimisinin gecesi gündüzüne karışmış, kimisi gece olmasın diye yalvarmış, kimisi bu sükûnet için gün boyu geceyi beklemiş. Gecesi gündüzüne karışana dua yolluyorum, gece olmasın diye yalvarana daha çok dua. Geceyi arayanla ise bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Nedir bu gecenin cazibesi? Uykuyu seven birine uyumasam da şu sükûneti doya doya yaşasam dedirten. Bir de yağmur, kar vurmuşsa cama... İşte işte, anlatmak istediğim an. Gündüz dinlediğiniz şarkı gece başka bir hâl alır, sevinciniz başka bir hâl, hüznünüz ise bambaşka bir hâl alır. Acılarınız hariç bütün duygularınız hafiflemiştir o an. İnadınız, öfkeniz, sevinciniz, heyecanınız ve benim en sevmediğim duygulardan biri olan hırsınız. Haset denen bir duyg

Bir Teselli

"Gerçekleşmeyen her şeyin arkasında Allah'ın murad ettiği bir hayır vardır." "...Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz."-Bakara/216 Rastladığım bir cümle ve üzerine aklıma gelen bu müthiş ayet. Bilmiyorum, acaba hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilseydik hâlâ hayırsız olanı ister miydik? Galiba isterdik. Nefis var olduğu müddetçe bu durum pek değişecek gibi değil. Bile bile acıya yürürdük o zaman da. Canımız yanar ve yandığıyla kalırdı. O yüzden çok şükür ki bilmiyoruz. Yaptığımız onlarca plan ve Rabbimizin bizim hakkımızda başka planları varken hayırlı mı hayırsız mı diye endişe ettiğimiz her bir şeyde "Allah, kulunu zayi etmez," geliyor aklıma ve bu, benim ilk güzel tesellim oluyor. Çok fazla istediğimiz hâlde gerçekleşmeyen onlarca şey arkasındaki hayırları öğreniriz bazen, gösterilir bize. Bazen hiç öğrenemeyiz ve zaten öğ

Murphy'nin Acı ama Gerçek Kanunu

"Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa ters gidecektir." İlk okuduğumda bu kadar ümitsiz bir cümle duymak hoşuma hiç gitmedi. Oldum olası kötü ihtimalin düşünülmesinden nefret etmişimdir. Neden pozitifi çağırmıyoruz? Neden hep felaket tellallığı kolayımıza geliyor? İyinin olmasını bütün kalbimizle isterken neden kötüyü ağırlık ediyoruz kendimize? Elbette, ben de her zaman pozitif düşünmüyorum fakat kötü ihtimalin dayatıldığı her an sanıyorum ki sinirlenmekten kendimi alamayacağım. Gel gelelim Murphy'nin kanununa. Adam haklı. Neden haklı? Çünkü bana göre bu kanunun oluşmasına biz insanlar sebep olduk. Ben ağzımızdan çıkan her sözün ve kalbimizden çıkan her hissin atmosfere karışıp mutlaka bir geri dönüş yaptığına inanıyorum. Aklında, kalbinde bulundurmaya devam ettikçe istemediğin olasılık %99 vuku bulacaktır. "Korktuğum başıma geldi," deme. Korkmasaydın gelmezdi. "Yapmaya çalışacağım," deme. "Yapacağım," de. "Yapmaya çalışacağım...&quo

“Umma ki Küsmeyesin”

”Umma ki küsmeyesin.” Geçmişten gelen bu söz, öyle zamanlarda hatırlatıyor ki kendini! En derin, en bitik zamanlarda. Bilmiyorum, ummadan yaşanır mı? Yaşarken ummamak diye bir şey olur mu? Kırılmışlıklarıma baktığımda hep ummuşum, hep tokat yemişim. En çok da tüm temiz niyetimle kalbime koyduklarıma kırılmışım galiba. O bende temiz diye ben de onda temiz olmalıyım diye düşünmüşüm. En fazla umduğumla kaldığım konu da bu. Herkesin kalbi bir değil. "Allah, gönlüne göre versin," duasını tam bu noktada çok seviyorum. Allah, gönlünüze göre versin! "Kimse vazgeçilmez değildir," sözünü de yaşayıp yaşattım. Vazgeçtim, vazgeçildim. Vazgeçildim işte ne umuyordum ki!😉 Bekledim, beklettim. "Bekleyeni bekleten de Allah, bekleteni bekleten de Allah," cümlesi müthiş bir teselli oldu. Umarken, küserken evet dedim, her şey bizim elimizde değil. Hak ettiğim, hak etmediğim şeyler geçti başımdan. Ömür varsa yine geçecek. Umduklarımı düzenlemem gerekecek veya ummamayı öğ

Samimiyetinizi En Güzel "Melek"ler Anlar!

Oldum olası bebeklere ve küçük çocuklara bayılmışımdır. Rabbim ne de güzel yaratıyor! Katıksız geliyorlar bu dünyaya. Tertemiz, bozulmamış, saf bir fıtratla geliyorlar. Kokuları mis, bakışları mis, nefesleri mis, duyguları mis... Ne veriyorsan onu alıyorlar. Bu yüzden de ben annelere bilinenden çok çok daha büyük bir görev düştüğüne inanıyorum. Sana tertemiz bir nefis emanet ediliyor. Sen o nefsi bir çocuk gibi yetiştirirken o senin karnına düştüğü andan itibaren kalbine, duygularına, düşüncelerine öyle bir mukayyet olmalısın ki çocuğuna akmasın, çocuğun ne kadar temiz kalabilirse o kadar temiz kalsın; zira bu dünyada alacak çok yolu var. En güvenli zamanlarını temiz geçirsin. Bu konuda annelere yalvarmak bile geliyor içimden; çünkü etrafıma baktığımda herkes annesine benziyor, az veya çok. Buraya bir kitap önerisi bırakıyorum: Nuriye Çeleğen-İffet-i Kalp. Bebeklere ve çocuklara bayılmamın sebeplerinin başında verdiğim sevginin karşılığını direkt almam geliyor. Annem söylemişti, &qu

Geçmişin Şansı

Geçmiş...Neydi geçmiş? Yaşarken anlamadığımız, anlamak istemediğimiz, güzelliklerle dolu kelime. Şu an üzerine yazı yazarken bile kıymete binmesinin kaçınılmazlığını yaşıyorum. Bilmiyorum, biz insanoğlu neden böyleyiz? Neden hep bir şeylerin "geç"tikten sonra farkına varırız? Neden geç olur hep? Aslında tamamen kızmak istediğim bir mesele değil bu. Bazen güzelliğini yaşamak için geçmesi de gerekiyor. Ama bazen... Bazen o an o güzelliği fark etsek şahane olmaz mıydı? Bakıyorum şimdi geçmişteki ufacık şeylere bile inanılmaz bir özlem duyuyorum. Ne bileyim... Geçtiğim bir sokağa, bir kokuya, kızdığım yağmura, oynadığım oyuncaklara, hafif rüzgâr esen güneşli bir günde kavak ağaçlarının altında yaptığımız pikniğe, bindiğim okul servisine, bitsin artık dediğim liseye, bir şekilde hayatımdan çıkmış insanlarla yaptığım küçük tartışmalara, bazen çektiğim ağrı sızıya😄 İnanın özlem duyuyorum. Şu an aklıma gelmeyen o kadar çok şey var ki. Özlem... Bence duyguların en ağırı olmas

Güzel Pişmanlık

Bir sorudur dolaşır: "Yaptıklarımızdan mı, yapmadıklarımızdan mı pişman oluruz?" Bu yazıyı yaptıklarından pişman olmayı seçen biri yazıyor. "İçinden gelerek yaşamak" benim yaşam biçimim olmuş. Evet, mutlaka içimizde kalması gereken şeyler var; bizi zarara uğratabilecek, canımızı yakabilecek, zincirleme mutsuzluklar getirebilecek şeyler var evet ama genelde sağlıklı ve manevi değerleri olan bireyler isek içimizden gelen şeylerin zararlı olacağını düşünmüyorum. Ben içimden gelen şeyi yapmalıyım çünkü o bana temiz ve samimi duygularımdan gelmiştir. Ha temiz ve samimi duygularım bana her zaman iyi şeyler yaptırmamıştır. Canım yandığı zaman içimden gelen şeylerin bazen etik olmadığı da olmuştur ama ben onu yapmak istedim ve yaptım. Yapmasaydım pişman olamazdım. Yapmasaydım bir tecrübem eksik olurdu. Peki, içimden gelen şeyleri yaptığımda hep iyi insanlarla mı karşılaştım? Hayır. Kocaman bir HAYIR. Kötü insanlar var, sizi asla anlayamayacak bir kalbe sahip insanlar va

Hayallerim İçin Yapmadıklarım

Küçük Hatice... Ne çok özledim kız seni! On altı yıl öncesinde kaldın sen. Bir ihtimal de üç. Sanıyorum ki kaygılarımın ve hayal kırıklıklarımın öncesinde kaldın. Ah o enerjin, o mutluluğun şimdi de olsa! Enerjini sömüren sebepleri sıralayacak olsam suçlayacak o kadar çok sebep, o kadar çok insan çıkar ki bu yazı uzar gider. Yaşım hâlâ çok genç farkındayım ama yirminci yaşımla birlikte hayatın sorumluluklarını ve gerçeklerini üzerimde fazlaca hissetmeye başladım, birçok şey öğrendim. Son iki-üç yıldır hayat bir rende ve ben de bir havucum âdeta. "Kabullenmek" benim hayatımda pek olmayan bir kelimedir. Onu da öğreten olaylar ve insanlar oldu şükür ama hâlâ tam öğrenememişim ki rendeyle başım dertte! Aslında bu kelimeyi hayatıma yine de almak istediğimi söyleyemem. Alırsam, hele ki bu yıl alırsam en büyük hayalimden vazgeçmek zorunda kalırım. Evet, hayal dedim. Hayal... Benim için kelime anlamıyla kaldığını net gördüğüm bir kelime. Bilmiyorum, bir insan bir şeyi tüm kalbiyl

Okunuyor… 5 Vakit Okunuyor… Ne İçin?

Minarelerden sesler yükseliyor, ne için? Sen müziğin sesini bin bir isyan ile kıs diye mi okunuyor? Sen müzik dinleme diye mi okunuyor bu ezanlar? Ne zaman bitecek diye sabırsızlan diye mi okunuyor? Yattığın yerden zorlanarak kalk da sana eziyet olsun diye mi okunuyor? Hey arkadaş sen! Bütün kâinat bu sese kulak kesilirken sen bu sese neden kulak asmıyorsun? Uzak değil, şah damarından daha yakın bir yerden davet var. Gitmiyor musun? Sen, seni sen yapandan nasıl yüz çeviriyorsun? Okyanustan bir damla şefkat lütfedilen olmadan eksik kalıyorken sonsuz şefkat sahibine gitmeyişinin eksikliği olmuyor mu? Sahibin seni bekliyor, peki ya sen kimi bekliyorsun? Bugün de uyandın. Rabbin sana bir gün daha lütuf etti. Kulunu bugün de huzurunda görmek istedi. Her işin yolunda gidiyor ama sen O’na gitmiyorsun. Ah! Bir aksilik yaşadın. Rabbin seni özledi ey kalpsiz anlamıyor musun? Ezanlar okunuyor üstüne alınmıyor musun? Rabbinin huzuruna çıkmıyorsun ya daha önemli ne yapıyorsan Rabbin görmüyo

It is being chanted … Chanted five times a day … Why?

 Voices rise from the minarets, why? Are they being chanted so that you should turn down the music by a hundred and one protests? Are those   azaans   being chanted so that you should not listen to the music? Are they being chanted so that your patience runs thin   while   waiting   for   them to finish? Are they being chanted so that they should oblige you to get up with difficulty from your bed? Hey, my friend, you! Why don’t you lend an ear to this voice while the entire universe does so? Not from far, but from a place nearer from your   jugular   vein, there is a call for you. Won’t you respond to it? Why do you turn your face away from the One Who made you into you?  While a drop out of the ocean remains lacking   when it is not bestowed with compassion, won’t   there be any lacking   in you when you do not go to the One with Endless Compassion? Your Lord awaits you, so   who do   you wait   for?  You have woken up today as well. Your Lord has bestowed you with another day

Nefsime

Nefsim, Mektubuma hangi hitap ile başlamalıydım bilemiyorum. Belki bencilliğim, sıkıntılarımın gönüllü yöneticisi belki de yetişmek istediğim dünyamın engeli diye başlamalıydım. Ama senden zor da olsa kurtarabildiğim nezaketim nefsim diye hitap etmemi öğütledi. Ben de bu sefer seni değil onu dinlemeye karar verdim. Bu defa hatrını sormak için yazmıyorum mektubumu. Çünkü ben artık senin hatrını soranların yaşadığı bir dünyada yetişmek istemiyorum. Ben, kalbi sana sağır insanların olduğu, kıskançlık kokusu, kin kokusu, bencillik kokusu ve sayamayacağım kadar kötülükle beslenen kokunun olmadığı bir dünyada yetişmek istiyorum. Herkes birbirine hüsnü zan etsin istiyorum. Gönüller hüsnü zan ile dolsun taşsın da arkamı döndüğümde kendimi güvende hissedeyim istiyorum. Dost bildiklerim kardeş olsun istiyorum. Ben dostumu kardeş bildiğimde yanılmayayım istiyorum.  Peki, söyle bakalım nefsim, her defasında neden yanılıyorum? Yoksa sen kalbime su-i zan zehrini mi yolluyorsun? Yetişme

Efendim’e Mektup-2

Çölden gönüllere bir damla su olan sevgili, Sana ahir zamandan seslenirken keşkelerimi bırakamıyorum. Sana güzel haberler vereyim desem acı gerçeklere yenilmekten korkuyorum. Çığlık çığlığa yüreklerin olduğu bir semtten bu mektup sana. Dillerin hançerden daha derin yaraladığı bir alemden bu mektup sana. Ümmetinin paramparça olduğu gönüllerden bu mektup sana. Tek bir soluğuna divaneler gibi muhtaçken bazen de iyi ki yoksun diyorum. Olsaydın halimizden nice olurdu halin. Duygularımız yok oldu Sevgili. Yokluyorum kalbimi; vicdanım, merhametim, muhabbetim neredeler? Nereye gömdüm ben onları? Bulamıyorum Ya Resulallah. Kardeşlerimize kin tutmak alışkanlık, muhabbet beslemek rüya oldu. Sarılmak varken ayrılık reva oldu.   Gözlerimiz beyazı görmez siyahı arar oldu. Sen olsaydın böyle mi olurdu? Ah görebilseydim seni!   Kömür gözlerin ferahlatmaz mıydı bu vaveyladan yüreği… Düştüğümde kaldıranım olur mu diye düşündüğüm bir semtten yazıyorum sana. Ağzımı açtığımda ne derler korkusu yaşa

İyi ki'lerin Sahibi Şükür

Karlı bir İstanbul sabahıydı. Etrafta garip bir sessizlik vardı. İpek, gözlerini açtı. Uykulu gözlerle gördüğü karanlık ona henüz gece olduğunu düşündürdü. Gözleri saate gitti. Bir de ne görsün! Derse on beş dakika geç kalmıştı. Gözlerini iyice ovuşturdu ve saatten emin olmak istedi. Gördüğü saatle yataktan fırlaması bir oldu. Nasıl hazırlandığını bile anlamadan koştura koştura dışarı çıktı. Daha dün kardan eser yokken şimdi lapa lapa kar yağıyordu.Ne aksi bir gündü! Uzun zamandır hazırlandığı ödevi bugün hocasına sunacaktı. Geç kalmıştı. İstanbul trafiğinde hele ki bu havada artık yetişmesi imkansızdı. Yol boyunca kendini yedi durdu. "Nasıl böyle olur, nasıl!” Hızlı adımlarla fakülteye yürüdü. Etrafta bir iki kişiden başka kimse yoktu. İçeri girdi fakülte de bomboştu. Omzunda hissettiği bir el ile irkildi. Bu sınıf arkadaşlarından Esma'ydı. Bugün hocaların toplantılarından dolayı derslerin iptal olduğunu söyledi. Onun da yeni haberi olmuştu. İpek’in yüreğine sanki su ser

Efendim’e Mektup-1

Kainatın gül kokulu nuru Efendimiz, Yokluğunun boşluğunda ümmetin sensiz körelmiş yüreklerle baş başa... Gül kokunu duyamaz olduk Ya Resulallah! Yanlışlar içinden doğruları ayırt edemeyip seni unuttuk mu yoksa? Kalplerimiz nurunu taşıyamadı da öldük mü dünya yollarında? Kurtuluşumuz sen iken ne yaptık biz Ya Resulallah? Affet bizleri, affet bu vefasız ümmetini, affet bu paslı yürekleri. Düştüğümüz bu yollarda elimizden tut. Sana hasret kalmış ümmetine dua et. Duana muhtacız, sana muhtacız. Körelmiş kalpler sana muhtaç iken muhtaçlığımıza çare ol Ya Resulallah! Hani bir gün ashabına ahir zaman kardeşlerimi özlüyorum demiştin ya, ahir zaman kardeşlerin senin için ağlayan bir kütük kadar olamadı Ya Resulallah. Bir örümcek kadar sahip çıkamadı sana. O minicik Ali(r.a) kadar anlatamadı seni. Bu kadar zavallı bir haldeyiz. Keşke sana atılan taşları atanların yüzüne geri iten bir rüzgar olsaydık... Sana kalkan elleri kıran yürekler olsaydık... Ama olamadık. Her gün onlarca rüya gören b

Neden Buradayım?

Küçüklüğümden beri bir şeyler yazmak, duygularımı ifade etmek, bunları insanlara aktarmak sıkça yaptığım bir şeydi. Ve sanırım öğrendiğim ilk yeteneğimdi "yazmak". İlkokulda şiir defterim vardı. Ortaokul ve lisede okulumuzun Türkçe, edebiyat derslerinde kompozisyonlar yazdırmasıyla bu yeteneğimin daha çok farkına vardım; ve güzel olan ise öğretmenlerimin de bunu fark etmesiydi. Lisede düzenlenen mektup yarışmalarında okulumda dereceler aldım. Edebiyat öğretmenlerim benden okul dergisi için yazı isterlerdi, birkaç yazım okul dergimizde yayımlandı. Bloguma bunları paylaşarak başlayacağım. Lise üçüncü sınıfta içimdeki manevi değerleri ve hayallerimi birleştirerek bir kitap yazmaya başladım, otuz sayfa kadar yazdıktan sonra çeşitli sebeplerle ara vermek durumunda kaldım. O kitap aklımın hep bir köşesinde. İnşallah bir gün tamamlayacağım. Blog açmak uzun zamandır aklımdan geçen bir şeydi. Bugün nasip oldu, iyi ki de oldu. Duygularını yoğun yaşayan bir insan olarak üzerine der