Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zor

Zor kelimesini duymaktan yoruldum ve şükrünü bilmeyenlerden. Zor kelimesini içimde yaşattığım için kendimden de yoruldum. Zor ise kal olduğun yerde. Bu mu? George Orwell: "Yapmak istediğimiz şeylerin hep yapılamayacak şeyler olduğunu düşünerek hayatımızı geçirmemiz tuhaf değil mi?" diye soruyor. Cevaplayabilen cevaplasın. Sahip olduğumuz şeyler için dua ettiğimiz günleri hatırlamak lazım. Bulunduğumuz yerin kıymetini bilmek için. Binlerce kişinin hayal ettiği hayatı yaşayıp da şikayet edenlere bu sözüm. Biraz fazla kızıyorum onlara. Bir gün hayal ettiğim yerde olup şikayet edersem bu yazdıklarımı hatırlatın a dostlar. Bazen de bulunduğumuz yerin büyüsüne kapılıp yüceltilme isteğiyle doluyoruz. Bir ses fısıldasın hep: "Sen sadece insansın." Sadece insanız. Amaçlı yaşayınca 'güzel insan' oluyoruz. Amaçsız, anlamsız ve boş yaşayınca da akıl verilmeyen canlılardan aşağı konuma düşüyoruz. İnsanın üstünlüğü kalkıyor ortadan. Birçok anlamda üzerine düşünülebil

Ben de Gittim

Hepimiz bugüne kadar, ikileşen bir sürü yolda bir şekilde bir tanesini seçip bulunduğumuz yerlere geldik. Tercihlerimiz, iyi kötü sonuçlar doğurarak acı tatlı dönüşler yaptı. En çok yenildiğimizde büyüdük. En çok yenildiğimizde olgunlaştık, ağırlaştık. Nasip oldu, bir şekilde elde ettim birçok şeyi. Nasip olmadı, elde edemedim birkaç şeyi. Elde edemediklerime takılı kaldı aklım. Kabullenmekten nefret eden o güzel aklım. Belirsizlikler dünyasının ümit dolu olmasının yanı sıra acı tecrübelerle bitecek olmasının kaçınılmazlığını öğrendim. Net olsaydı belirsiz olmazdı çünkü. Sanrılar oluşurken Polyannacılığa bayılan beynimin acabalarına güldüm. Acaba? Acaba? Acaba? Sevmediğim kelimeler listesine ekliyorum onu. Hayırlı olsun. Bugün bir cümleyle karşılaştım: "Ben artık emeklerime yazık olacak hiçbir yerde olmak istemiyorum." Ne kadar haklı! Emeklerine yazık olmasına müsaade etmeden kaçmak lazım. Dünyana bir hayal kırıklığı daha katmadan hatta elindeyse yazık olanları baştan bu

İnsan İnsana İnansa

Yaşanmışlıkların verdiği tecrübeyle güvensiz kalmışız. Sokaklarda yürüyen güveni kırık binlerce insan zedelemiş birbirinin duygularını. Zedeleyen zedelenmiş, bundan haberi bile olmadan aldığı ahların gölgesinde devam etmiş yoluna. Üç günlük dünya demeden kötülüğü ölümüne yerleştirmişiz içimize. Şu kısacık ömrümüzde birbirimizin ömür törpüsü olmuşuz. Ama neden? Anlamaya çalışıyorum. Evet, insanız ve bize verilen 'kötü' adı altındaki özelliklerimiz var. Peki, o özellikleri neden amacına uygun kullanmaya çalışmıyoruz? Kötü yaratılmadık. Her bir duygu olması gereken yere hizmet etmesi gerekirken biz onları yüreğimizin en güzel köşelerine alıp da birbirimizi kırıyoruz. Hased, kin, hırs... Özellikle hased. Herkes nasibine düşeni yaşar. Bunu anlamamak için o kadar direniyoruz ki. Ne yazık. "Kimse kimsenin nasibini yiyemez." der annem hep. Nuriye Çeleğen de "Kıskançlık Allah'a karşı edepsizliktir." diyor. "...Çünkü hased evvela hasidi ezer, mahvede

Ne Yaparsan Yap “Hissederek” Yap!

Ne yaptığın değil ne hissederek yaptığın olay!😁 Bir Kenan Doğulu şarkısını uyarlayarak giriş yapacağım aklıma gelmemişti ama akışına bırakıyorum😁 Bilmiyorum, bir nasip edilmişlikle mi yoksa yaratılıştaki bu muhteşem varlığı fark etmekle mi başladı olay? His. Ne büyük nimet! Şu hiçbir şeyden emin olamayacağımız dünyada vicdanla beraber bir rehber. Karşılaşabileceğimiz herhangi bir şeyde devreye girip kurtarmıyor mu ona bayılıyorum. Bir de hele bir onu dinlememeye kalkayım yemiyor muyum tokatı! Ön yargı olduğuna kanaat getirdiğim nadir anlar olsa da genelde yanılmadığımı gördüğüm bir durum var: İnsanlardan hissettiğim ilk şey doğru çıkıyor. Kalp tanıyor, bu böyle böyle bir insan diyor ve o an hislerime hızlı bir yolculuk yapılıyor. Bir kere biraz çevre etkisi, biraz Polyannacılık yapıp hislerimi dinlemeyeyim dedim. Pişman bile olamadım. "Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez." İlk anda hissettiklerim bire bir çıktı. Acı tecrübemi koydum cebime, döndüm hislerime:

Sona Sakladığım Önceler

Sevince öne aldığımı yine sevince sona sakladığımı fark ettiğim şeyler üzerinden yazmak istiyorum bugün. Sona aldığım şeylerin derinindeki anlam ve yazarken ayrıca fark ettiğim, kendimle yüzleştiğim şeyler var. Önce öne aldığım şeylerden başlıyorum: Bıkıncaya kadar dinlediğim şarkılar, merak ettiğim kitaplar, bilmediğim kelimelerin anlamları, sonuna gelmeyi beklemeden tıkladığım beğen butonları ve dahası. Bunlar, tez canlılığımın verdiği heyecanla öne almaktan kendimi alamadığım basit birkaç şey. Bulunduğum an içerisinde ufak bir şansım bile varsa hemen gerçekleşir bunlar. Her zaman aynı şartlar olamayacağı için törpülemek istediğim de bir huydur kendisi. Sona sakladığım şeylere başlayacak olursam... En basitinden, yaptığımın farkında olmayıp daha sonra fark ettiğim bir durumla başlamak istiyorum: Yemek. Evet evet, yemek. Bir menü içinde sevdiğim şeyler hep sona kalır. Doyduktan sonra ne manası var bilmem, sonrası midede dans😅 Sona sakladığım önemli bir durumla devam ediyorum: En

Gece

Gündüzü mü geceyi mi daha çok seviyorsun deseler gündüz derim, aydınlık derim ama gecede farklı bir şey var. Karanlıkta bambaşka bir şey var. Beni derin derin düşündüren, kendine usulca çeken, geceyi yaratana şükrettiren bir şey var. Günlük telaşlar bitmiş ve yerini sükûnet almış. Kimisinin gecesi gündüzüne karışmış, kimisi gece olmasın diye yalvarmış, kimisi bu sükûnet için gün boyu geceyi beklemiş. Gecesi gündüzüne karışana dua yolluyorum, gece olmasın diye yalvarana daha çok dua. Geceyi arayanla ise bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Nedir bu gecenin cazibesi? Uykuyu seven birine uyumasam da şu sükûneti doya doya yaşasam dedirten. Bir de yağmur, kar vurmuşsa cama... İşte işte, anlatmak istediğim an. Gündüz dinlediğiniz şarkı gece başka bir hâl alır, sevinciniz başka bir hâl, hüznünüz ise bambaşka bir hâl alır. Acılarınız hariç bütün duygularınız hafiflemiştir o an. İnadınız, öfkeniz, sevinciniz, heyecanınız ve benim en sevmediğim duygulardan biri olan hırsınız. Haset denen bir duyg