Kendi hâlindeliğin huzurundan bunalmış bir hâlde yoluna devam ederken bir vitrinin önünde durmuştu. Uzaktan pek afili duran kaftana baktı. İçeri girdi. Yakından baktıkça zihnini bir eline, yüreğini bir eline alıyordu; çünkü uzaktan göründüğü kadar güzel değildi sanki ama bir yandan da caka satıyordu. Denemeye karar verdi. Sonuçta üzerinde çok başka durabilirdi. Giydi. "'Biçilmiş kaftan' dedikleri bu olsa gerek," diye düşündü. Mor bulutlarda uzun ama kısa bir yolculuk başladı. Yavaş yavaş ilerlerken ara ara taşları batıyordu "biçilmiş kaftan"ın. "Olur o kadar," dedi. Oysa ilerledikçe duruşu bozuluyordu. Gözlerinin rengi kayboluyor ama o, gerçeğin yanından geçişine aldırış etmiyordu. Sabırla yol almaya çalıştı, iyi niyetleri de ona gereksiz bir kalabalıkla eşlik ediyordu. Üzerine oturduğuna inandığından mıdır bilmeden kabulleniyordu renklerinden oluşunu; hatta sevmeye başlamıştı. O afili (!) kaftanın kendisine iki beden küçük olduğunu yaralandığında