Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

🕊

Özgürlüğe doyamayan kuş, kaldın mı yine özgür? Süzüldün mü göğünde boynun bükük? Anladın mı başka yâr yok? Bak herkes çakıl taşı Senin yarın da yârin de göğündür Senin dalın kanadındır Senin canın emanetindir Bir aidiyet arayışın hüznündür Yarımsın, yarım kalacaksın belki Etme ümit Düşman olma özgürlüğüne Sarıl daha çok Sanma kalır hep O da gider bulur bir sebep Bilmem kaçıncı basamaktasın Belki çok uzak belki bir ân kadar yakınsın Sadece vatanındasın Bekliyorum, anlayacaksın Bir gün, anlayacaksın.

Yaralı Kuş

Milyonlarca yıldır söylenmiş sözlere; yazılmış şiirlere, şarkılara değdi ayağım. Dün anlam veremediğim sözlere anlam verdim bugün. Birileri hissetmiş de söylemiş dedim. Tanımadığım insanlarla bir oldu yüreğim. Dünyadan paçasını kurtarmış o insanlar bilebilir miydi bugün o duyguların benim ruhumda çalınacağını? İnsan... Yarına katlanmak için bir sebep bulamayan insan yaralı bir kuş olur. Kanatlarından akar gözyaşları. Gri kanatlarına siyah derler, kara derler, kömür derler. "Ben neymişim be!" bile diyemez de kırmızıya boyanır kanatları yine yeniden. Bir küçük çocuğa değmesinden korktuğum kem gözlerden ürperdiğim gibi ürperdim bugün. Sığındığım bütün anlayışlardan kaçtım delicesine. Borç defterlerinden döküldü adım. Varlığına ihtimal veremeyeceğim hesaplarım varmış. Ruhumdan ödedim. Şimdi anılarım arasında nereye koyacağımı bilmediğim bir şeyler var. Unutma düğmesi yok. Kafamın dizaynı inat. Elimde kaldı mı öylece! Zaman... Al bu da sana emanet. Bir küçük kızdım ben. Deli

Deli Umut

"Bir yol düşünüyorsun, ne başındasın ne de sonunda... Üzerinde bile değilsin. Ama içinden çıkamıyorsun." Bir yol düşünüyorum, ne başındayım ne de sonunda. Üzerinde bile değilim; ama içinden çıkamıyorum. Düşündüğüm yollara bir türlü gitmeyen ayaklarıma kızdım. İçimde filizlenmeyi bekleyen tohumlara ettiğim eziyetin haddi vardı, hesabı asla yoktu. Kitaplığımdaki Piraye ile göz göze geldim. "Sen ne yapıyorsun?" der gibiydi. "Sen ne yapıyorsun!" Umuda parmak sallarken buldum kendimi. Her istediğini ağlayarak yaptırabileceğini sanan hırçın bir çocuk gibiydi karşımda. Silmek istedim onu bütün hücrelerimden. En güzel duygulardan biri olmasının yanı sıra benim için tehlike hâline gelmeye başlamıştı çünkü. İyi insanların potansiyel tehlike hâline gelmesi gibi. Umut, bir öz güvenle imkânsıza yürüyordu. Delilikti yaptığı. Ben deliydim zaten. Başka bir deliye tahammülüm yoktu. Hayallerimi umudun ihtimallerine bırakma aptallığına kapıldım. Evet, aptallıktı. Zar

Adının Adamı

Memleketimin küçük bir köyünde başlayacağım öğretmenliğimin ilk günü bugün. Geleli dokuz gün oldu. İyi koşullarda dünyaya gözünü açmış, hiçbir zorluk görmeden büyümüş, teknolojiyle harmanlanmış, kokoş, taze bir öğretmen dokuz günde köy yaşamını ne kadar özümseyebilirse o kadar özümseyebilmiş durumdayım. Asla kötü hissetmiyorum kendimi ama. İçim kıpır kıpır. Bavulumu hazırlarken en sade kıyafetlerimi seçmeye çalıştım. İlk izlenim önemli! Şehirli, kokoş öğretmene çıkmamalı adım ilk günden. Haki yeşili ince bir kazak, dizlerimde kırık beyaz bir etek, yine haki yeşili babetlerimle ilk günüme hazırım! Uzun, beyaz küpelerim… Hayır, o kalsın. Kumral saçlarımı kulak arkası kahküllerimden küçük siyah bir tokayla arkadan tutturup hazır olduğuma kanaat getiriyorum. Derse hazırlık yaptığım kâğıtlarımı pembe şeffaf dosyamın içine yerleştirip yola koyuluyorum. Sonbahar gülen yüzüyle beni izliyor. On dakika yürüme sonrası okulumdayım. Minik öğrenciler süzen gözlerle bana bakıyorlar. "

Hikâyelerce

Benim hikâyem, senin hikâyen, onun hikâyesi. Kim bilir gelecek ne ilginç hikâyelerle doludur. Ve biz o hikâyelerin anonim mimarları. İnsan... Sen o kadar özel bir yaratıksın ki kurabiye🍪 tadında bir hikâye de sen bırakmadan geçme bu dünyadan. Aromalı olmak zorunda değil. Dünyanın sade hikâyelere de ihtiyacı var. Hafif tatlara ve de ağızda dağılan. Bazen içinde her tattan bırakan hikâyelere de. Biraz portakal🍊, biraz çikolata🍫 tadında bir hikâye azımsanacak gibi değil. Hikâyelerimiz geleceğe uzanırken içinden geçtiğimiz hikâyelerde bize düşen; ferah bir koku, ince bir tat, tatlı bir tebessüm bırakmaktır belki de. Acı bir hikâyenin tatlı bir sonu olmak da var. Ben biber🌶 severim dersen yanında biraz patates🥔 iyi gider. Sadece biberle geçmez hayat sevgili okuyucum. Düşünme düşünme. Geçmiyor. Demem o ki acı kaçınılmazken bulacağımız nötr ve asidik tatlara hikâyelerimizin ihtiyacı var. Senin tatlı hikâyene hepimizin ihtiyacı var. Senin gerçeklerle biten güzel hayallerine dünyanın ih

Fark Etmeden Yaşamak

Ya böyle fark etmeden yaşamak deyince neden etrafımızda olanları fark etmiyoruz gibi anlaşılabilir ama aksine ben bugün fark etmeyerek yaşama özlemiyle dolduğum bir ruh hâliyle yazıyorum. Her şeyin farkında olmanın eylemlerimi kısıtlamasının bıkkınlığı var üzerimde. Çünkü yoruyor efendim, farkında olmak da yoruyor. Şöyle ki doğru bir şey yapmaya karar verdikten sonra ne yaptığının farkında olmadan, kendini dinlemeden o şeyi yapmak ve mütemadiyen iyi şeyler uğrunda koşturmak. Yapmak istediğim şey tam olarak bu. Kendimizi dinleyerek yaşayınca başladı kendimizle olan savaşımız. Kendimizi dinleyerek yaşayınca hissizleştik. Yapmamız gerekenler, gerçekten yapmamız gerekenler egolarımızla ördüğümüz duvarların ardında kaldı. Bir öğrenci olarak vereceğim ilk örnek şu olabilir ki ders çalışırken ders çalıştığımın farkında olmasam. Akıl buna uyandığı an, "Ben şuan ders çalışıyorum," dediği an geliyor kaçınılmaz kaçışlar. Aslında zaten bence odaklanamama sorunumuzun temel sebebi de b

Güven(me)

"Güven" bilmem hangi ütopyadan gelmiş bir kelimedir. Ne zor bir duygu olarak çıkmıştır insanoğlunun karşısına! Ne onunla yaşanır ne de onsuz. Ne gider insanın içinden ne de içinde kalır. Nankör insanoğlu onu da barındırtmaz kimsenin içinde. Ne vefasızdır o insan, ne ucuzdur!  Zor bir duygu demiştim, doğru. Tür olarak kolaya kaçmaya bayılırız. Kim uğraşacak “güven”i ömür boyu misafir etmekle, değil mi? Bir insanoğlu vardır bir de çıkarları. “Güven”i de almış koymuşuz çıkarlarımızın arasına. Çıkarlarımıza göre güvenmeyi seçeriz, garip. Samimi duygularda barınamaz olur. Samimiyetsiz samimiyetlerde daha bir cazip gelir. Nedenini çözmeye ömrüm yeter mi, bilmiyorum. Sorgulamaya devam edeceğim kesin. Aslında yalnız olduğumuzu hatırlatır çokça hikâye. Her gün onlarcası da eklenir. Arkanızı dönersiniz; eldir herkes bir parça, çokça parça. Kendine bile güvenmez ya insan bazen. İnsan olmayı beceremezken arkadaş, dost, kardeş, aşk olmayı bu “tür”den beklemek pek de haklı bir beklenti

Teflon

Evet efenim bugünkü konumuz: teflon. Nasıl yani? Şöyle ki etrafımızda dolaştığını fark ettiğim birtakım kral ve kraliçelerin(!) sayılarının ne kadar artmış olduğu farkındalığının bir kere daha oluşması üzerine bir süre önce okuduğum güzel bir yazıyı anımsadım. Onun üzerinden yazıma bir giriş yapmak istiyorum. "Bazıları tıpkı teflon gibidir. 'Teflon Adam' modeli, merhametin olmadığı insan modelidir. Teflon tencere nasıl kendi yanmadığı halde içinde bulunanı yakarsa teflon adam da başkalarına acı vermesine rağmen hiçbir üzüntü ve suçluluk hissetmez. Bu kişiler, başkalarına zarar verir ama kendileri rahatsız olmaz. Teflon adamların hiçbir eylemleri onlara yapışıp iz bırakmaz. Narsistik ve antisosyal özelliklerin birleştiği bu tipteki kişilikler yanımızda beyefendi gibi dolaşan ama acıma, pişmanlık, merhamet ve suçluluk hissi duymayan bir insan tipidir. Bu insanlar acıma duygusu taşımadıkları gibi empatiden de yoksundurlar." Bu yazıyı kimin yazdığını bilmiyorum ama

Güzel Olmak

"İnsan güzele meftundur." Yaratılış olarak böyleyiz, bu kaçınılmaz bir gerçek. Güzeli ararız, güzeli severiz. Eşya alırken, kıyafet seçerken, hediye alırken güzelini, en güzelini seçeriz. Bunda hiçbir problem de yoktur zaten. Peki... Bir insanla tanışırken, dost seçerken, eş seçerken önceliğimiz ne oluyor? Hadi hadi, kabul edelim, ilk etkilendiğimiz şey: güzellik. Bilmem öncelikle ahlaka, karaktere bakmak yeryüzünde kaç insanın aklına geliyordur? Ortalamanın üstü güzellikteki insanlara bakışımızın farklı oluşunu anlamaya çalışıyorum. Arkadaş seçerken bile bu bahsettiğim kitledeki insanlara yaklaşasımız ve bazen de onlardan çekinesimiz geliyor. Çok tuhaf değil mi? Bunu yaşayan insanlar için de aslında oldukça sıkıntılı bir durum bu. Düşünsenize, insanların dikkatini çeken ilk şey güzelliğiniz, yakışıklılığınız. Vasat koşullardaki bir insansanız bu olası. Ha eğer hem güzelseniz hem de iyi koşullardaysanız işin içinden çık çıkabilirsen. Özellikle ilk aşamada kimin neyinizden

Piraye

Piraye... Yazımın başlığını bile atarken heyecanlandığım o güzel isim. Sen o kadar özel bir kitapsın ki! Yıllar geçse de hayatımda yerin olacak, biliyorum. Tekrar tekrar okumaktan mutluluk duyduğum güzide kitap! Bana geçen sıcaklığınla hayallerimin seninle başlamış olduğunu hatırladım. Bana kitap okumayı sevdiren de bugünkü en büyük hayalimi ilk kez hissettirmiş olan da sendin. Hala başarmadım, evet. Allah'ın izniyle başardığım zaman yerin iyice derinleşecek bende. Üzerine şimdiden planlarım bile var🥰 Genel olarak karakterini kendime çok benzettiğimden olsa gerek, kitabı okurken Piraye ile bütünleştiğimi fark ettiğim anlar oldu. Söylediği cümleleri sesli bir şekilde tekrarlarken buldum kendimi defalarca. Özgürlük aşığı, fevri, dik başlı Piraye. Hatice'nin de Piraye'si olduğundan senin hiç haberin olmadı. Senden ayrıldığım noktalar da olmadı değil. Senin yaşadıklarını yaşasam o kadar güçlü olabilir miydim bilmiyorum. Senin kadar gururlu da olamayabilirdim. Kitabın son k

Hiç

Ağzımdaki beyaz yara. Bana seni getiren ben. Kırık gönül. Ahlı gönül. Defalarca hayal kırıklığına uğratan dünya. Hayal kırıklığına uğramak isteyen ben. Israrla "Her şey sevgiyle alakalı." diyen ben. Sevginin varlığına inanmamaya başlayan ben. Uman gönül. Küsen gönül. Bilinmezlikler dünyası. Ah nefes nefese bırakan dünya! Ah değmeyen dünya! Vefasızların dünyası. İnandığım bütün değerleri yok eden sen değil misin? Kaybolmak, kim olduğunu unutmak, hiçbir seçimde bulunmamış olup pişman olmamış olmayı isteten. Yumuşamaya en müsait insanları kaskatı eden. İnsanın insanı, insanın kendini getirdiği nokta. Ölmeyeceğiz çünkü. Bir gün ölmeyeceğiz değil mi! Bütün baş ağrılarımı hak ettiğime inanıyorum artık. Çünkü BEN hak ettim. Çünkü ben ciddiye alınmayacak her şeyi ciddiye aldım. Ellerime bakıyorum şimdi. Kocaman bir HİÇ. Anlamlandırdığım birçok kelime anlamsız. Kendime kıydığım gibi kıydım onlara da. Çünkü ben insanoğluyum. Yazık etmeyi iyi bilirim. En son ne zaman mantıklı düşün