Ana içeriğe atla

Deli Umut

"Bir yol düşünüyorsun, ne başındasın ne de sonunda... Üzerinde bile değilsin. Ama içinden çıkamıyorsun."
Bir yol düşünüyorum, ne başındayım ne de sonunda. Üzerinde bile değilim; ama içinden çıkamıyorum.

Düşündüğüm yollara bir türlü gitmeyen ayaklarıma kızdım. İçimde filizlenmeyi bekleyen tohumlara ettiğim eziyetin haddi vardı, hesabı asla yoktu. Kitaplığımdaki Piraye ile göz göze geldim. "Sen ne yapıyorsun?" der gibiydi. "Sen ne yapıyorsun!"

Umuda parmak sallarken buldum kendimi. Her istediğini ağlayarak yaptırabileceğini sanan hırçın bir çocuk gibiydi karşımda. Silmek istedim onu bütün hücrelerimden. En güzel duygulardan biri olmasının yanı sıra benim için tehlike hâline gelmeye başlamıştı çünkü. İyi insanların potansiyel tehlike hâline gelmesi gibi.

Umut, bir öz güvenle imkânsıza yürüyordu. Delilikti yaptığı. Ben deliydim zaten. Başka bir deliye tahammülüm yoktu. Hayallerimi umudun ihtimallerine bırakma aptallığına kapıldım. Evet, aptallıktı. Zararlı hâle gelen bir insanı hayatında tutmaya devam etmek gibiydi. O insana tutunmak gibiydi.

Israrla insanları dinlemeye devam ediyordum. Kulaklarım yanarken yüreğimi küstürmüştüm, ne hevesi kalmıştı ne de söyleyecek sözü. İnsanların hırslarından midem bulanıyordu, kalplerinden ruhum ürperiyordu. İhtiyacım olan bütün insanları uyanık olanlar kapmış ve benim ellerim ömür boyu boş kalmaya mecbur edilmiş gibiydi. Böyle böyle ben gidiyordum benim içimden. Bu dünyaya ait değildim sanki. Ayak uydurmaya çalışırken tökezliyordum hep. Sonra da yürüyebildiğimi sanarak geçiriyordum ömrümü.

Hislerimin umutla iş birliği yapmasından titremeye başladım. Hislerim de hayallerimin sükûtu olursa ne yapardım? Bir kere daha kızdım. Hayır dedim. Hayır umut, git buradan.

Mantığımın sesini duyabilmeyi isterdim. Ama ben sağırdım, sadece duygularının sesini duyabilen bir sağır. Umut da öyle bir duyguydu ki. Ah umut!

Umut bugünlerde, yalnız kalmamak için arkadaş arayan biri gibi arsızca peşime takılır oldu. Artık bensiz kalmalıydı, ben de onsuz. Allah'tan ümidini kesmek gibi değildi bu. Deli umutlara dur demekti. Dur biraz. Yol yorgunuyum ben.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Seçmediğim Mutluluklar

Her şeyin seçimlerimle olmasını temenni ederken seçmediğim, ufak zannettiğim mutlulukları ayrımsadım. Zaman zaman ayrımsamış olsam da bugün o mutlulukların yüzüne baktırıldım. Niyet etsem yapmama imkân verilmiş ufak şeylerin ben niyet etmeden karşımda olduğunda kalbime yaydığı o hoşluk neyin habercisi diye düşünmeye başladım. Bugüne kadar "oku"yamadığım mektuplara merak ve endişeyle baktım. Sonu olmayan mutluluk hazinesinden düşünmeden, sabırsızca, hırsla büyük mutluluklar beklerken sadece görüntüsüyle asık suratımı toplayan kedinin bana gönderilmiş bir mutluluk olduğunun farkında değildim. Düşünürsem eğer o an gülümseyebilmek benim seçtiğim bir mutluluk değildi; beklemediğim bir anda kulağıma çalınan güzel bir söz veya beş yıldır pek değişmeyen kaktüsümün beş yılın sonunda tomurcuk vermesi de... Seçmediklerim, bilmediklerimden derlenip bir demet hâlinde sürekli sunuluyormuş meğerse. Neye ne zaman ihtiyacım olduğunun seçimime bırakılmaması ne tatlı bir nimetmiş, tam olarak şu

Biçilmemiş Kaftan

Kendi hâlindeliğin huzurundan bunalmış bir hâlde yoluna devam ederken bir vitrinin önünde durmuştu. Uzaktan pek afili duran kaftana baktı. İçeri girdi. Yakından baktıkça zihnini bir eline, yüreğini bir eline alıyordu; çünkü uzaktan göründüğü kadar güzel değildi sanki ama bir yandan da caka satıyordu. Denemeye karar verdi. Sonuçta üzerinde çok başka durabilirdi. Giydi. "'Biçilmiş kaftan' dedikleri bu olsa gerek," diye düşündü. Mor bulutlarda uzun ama kısa bir yolculuk başladı. Yavaş yavaş ilerlerken ara ara taşları batıyordu "biçilmiş kaftan"ın. "Olur o kadar," dedi. Oysa ilerledikçe duruşu bozuluyordu. Gözlerinin rengi kayboluyor ama o, gerçeğin yanından geçişine aldırış etmiyordu. Sabırla yol almaya çalıştı, iyi niyetleri de ona gereksiz bir kalabalıkla eşlik ediyordu. Üzerine oturduğuna inandığından mıdır bilmeden kabulleniyordu renklerinden oluşunu; hatta sevmeye başlamıştı. O afili (!) kaftanın kendisine iki beden küçük olduğunu yaralandığında

Yüreği Kırıklara

Duruyordu. Bir salıncağın üzerinde öylece duruyordu. Ağır adımlarla yanına yaklaştım. Yerler ıslaktı. Kafamı kaldırdım. Bir ağaç, bir salıncak, bir kadın! Gözlerinden kocaman damlalar süzülüyordu. Gözleri yaşlar içindeyken yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Ne acı bir gülümsemeydi bu ne de mutluluğu çağrıştırıyordu. Kocaman bir damla daha düştü gözlerinden. Akıttığı gözyaşının ardından bakıyordu ki dayanamadım. Neden ağladığını tam soracakken: “Af!” dedi. “Af damlası. Bu damlayı affettiğim her şeye akıttım. Affetmek, gönlümün bana bir hediyesiydi. Gözümden düşenlere “veda” olsun!” Çok gecikmeden bir damla daha düştü derin gözlerinden. Bir gözyaşı parıldar mı? Alabildiğine parıldıyordu. Bu defa gözyaşının arkasından ben bakıyordum. Hayranlıkla ve de hayretle! Kadın, öfkeyle bana baktı. Geri çekildim. “Umut!” dedi. “Ummamayı öğrenene kadar ben de senin gibi bakardım. Beni küstüren, vazgeçmeyen yüreğime bir “oh” olsun!” Bir damla daha! “Güzellik! Çok güzeldim ben. Şimdi ise daha güz