Ana içeriğe atla

Yüreği Kırıklara

Duruyordu. Bir salıncağın üzerinde öylece duruyordu. Ağır adımlarla yanına yaklaştım. Yerler ıslaktı. Kafamı kaldırdım. Bir ağaç, bir salıncak, bir kadın! Gözlerinden kocaman damlalar süzülüyordu. Gözleri yaşlar içindeyken yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Ne acı bir gülümsemeydi bu ne de mutluluğu çağrıştırıyordu.

Kocaman bir damla daha düştü gözlerinden. Akıttığı gözyaşının ardından bakıyordu ki dayanamadım. Neden ağladığını tam soracakken: “Af!” dedi. “Af damlası. Bu damlayı affettiğim her şeye akıttım. Affetmek, gönlümün bana bir hediyesiydi. Gözümden düşenlere “veda” olsun!”

Çok gecikmeden bir damla daha düştü derin gözlerinden. Bir gözyaşı parıldar mı? Alabildiğine parıldıyordu. Bu defa gözyaşının arkasından ben bakıyordum. Hayranlıkla ve de hayretle! Kadın, öfkeyle bana baktı. Geri çekildim. “Umut!” dedi. “Ummamayı öğrenene kadar ben de senin gibi bakardım. Beni küstüren, vazgeçmeyen yüreğime bir “oh” olsun!”

Bir damla daha! “Güzellik! Çok güzeldim ben. Şimdi ise daha güzel! Bu gözyaşını kendime akıttım. Güzelliğimi başkalarının göz aynalarında aradığım her bir güne “ah” olsun.”

“Geç Kalmışlık! Neydi ki geç kaldığım? Ben küçük bir kız çocuğuydum. Büyüdüğümü bile anlamadan neye geç kalmış olabilirdim ki? Ağladığım ömrümün her değerli gününe “aşkolsun”!”

“Fark!” Fark damlasını akıtır akıtmaz yüzünü çevirdi kadın. Ben ise müthiş bir merakla bu damlanın ne olduğunu duymayı bekliyordum. Arkasından bir saniye bile olsun bakmadığı bu damla ne ola ki? Kadın ise sustu, sustu, sustu… Bir anda çok içten bir gülümsemeyle: “Merhametimi, sevgimi koyduğum yerlerle aramda açılan dağlar kadar “fark”lara bu damla. Suskunluğumla besledim onu, sabrımla süsledim. Ardından bakmaya değenlere “selam” olsun!”

Tüylerim diken diken olmuştu. Kim bilir kaç damla daha vardı? Hâlden düşmeseydim soracaktım. Arkamı döndüm. Birkaç adım atmıştım ki kadının şiddetli sesiyle irkildim: “Neden kaçıyorsun?” Aynı kadın biraz sonra şefkat dolu bir sesle seslenecekti; güneş kavuracak, gözyaşlarıyla ıslanan yerler kuruyacak, tatlı bir rüzgâr saracaktı beni.

“Ben hep var oldum, yâr oldum, dost oldum... Tek başıma koca bir âlemdim ben. Ne yaralar, ne güzellikler sakladım içimde. Onlarla piştim. Onlarla güzelleştim. Kaçmadım bir gün bile. Kaçamazdım ki. Benim hâlâ çarpan bir kalbim vardı. Gözyaşlarımla vedalaştım. Şimdi dünyaya bir yeni mesajım var: “Hahaha!”

Her günün kutlu olsun kadın! Emeklerin, pamuk yüreğin, kabuk bağlamış her zerren cennetin olsun!

Yüreği kırık, gücü sonsuz güzel kadınlara…

 

08.03.2021

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Seçmediğim Mutluluklar

Her şeyin seçimlerimle olmasını temenni ederken seçmediğim, ufak zannettiğim mutlulukları ayrımsadım. Zaman zaman ayrımsamış olsam da bugün o mutlulukların yüzüne baktırıldım. Niyet etsem yapmama imkân verilmiş ufak şeylerin ben niyet etmeden karşımda olduğunda kalbime yaydığı o hoşluk neyin habercisi diye düşünmeye başladım. Bugüne kadar "oku"yamadığım mektuplara merak ve endişeyle baktım. Sonu olmayan mutluluk hazinesinden düşünmeden, sabırsızca, hırsla büyük mutluluklar beklerken sadece görüntüsüyle asık suratımı toplayan kedinin bana gönderilmiş bir mutluluk olduğunun farkında değildim. Düşünürsem eğer o an gülümseyebilmek benim seçtiğim bir mutluluk değildi; beklemediğim bir anda kulağıma çalınan güzel bir söz veya beş yıldır pek değişmeyen kaktüsümün beş yılın sonunda tomurcuk vermesi de... Seçmediklerim, bilmediklerimden derlenip bir demet hâlinde sürekli sunuluyormuş meğerse. Neye ne zaman ihtiyacım olduğunun seçimime bırakılmaması ne tatlı bir nimetmiş, tam olarak şu

Biçilmemiş Kaftan

Kendi hâlindeliğin huzurundan bunalmış bir hâlde yoluna devam ederken bir vitrinin önünde durmuştu. Uzaktan pek afili duran kaftana baktı. İçeri girdi. Yakından baktıkça zihnini bir eline, yüreğini bir eline alıyordu; çünkü uzaktan göründüğü kadar güzel değildi sanki ama bir yandan da caka satıyordu. Denemeye karar verdi. Sonuçta üzerinde çok başka durabilirdi. Giydi. "'Biçilmiş kaftan' dedikleri bu olsa gerek," diye düşündü. Mor bulutlarda uzun ama kısa bir yolculuk başladı. Yavaş yavaş ilerlerken ara ara taşları batıyordu "biçilmiş kaftan"ın. "Olur o kadar," dedi. Oysa ilerledikçe duruşu bozuluyordu. Gözlerinin rengi kayboluyor ama o, gerçeğin yanından geçişine aldırış etmiyordu. Sabırla yol almaya çalıştı, iyi niyetleri de ona gereksiz bir kalabalıkla eşlik ediyordu. Üzerine oturduğuna inandığından mıdır bilmeden kabulleniyordu renklerinden oluşunu; hatta sevmeye başlamıştı. O afili (!) kaftanın kendisine iki beden küçük olduğunu yaralandığında