Ana içeriğe atla

Yeni Ben

Dünkü bana bakarak bugünkü beni gözlemliyorum şu günlerde. Gördüklerimden mutlu olmayı beklemem gerekirken hoşnutsuz gibiyim. Müdahale edemediğim belki de etmediğim şeylere karşı biraz kızgınım, biraz teslimiyet içerisindeyim.

Öğrendiklerim bana bir yol olmuş, kâğıt kesiği sonu edasıyla tatlı bir acıya dönüşmüş gibiler. Öğrenemediklerim her gün, her hafta, her ay, her yıl farklı bir kimlikle karşımdalar. "Öğrenmeyeceğim!" diye bağıramıyorum da. "Öğreneceksin," diyorlar, sakin ve kararlı bir ses tonuyla.

Vazgeçilmeyi öğrendiğim gibi vazgeçmeyi de öğrenmişim. Eskisi kadar acıtmadığı dikkatimden kaçmıyor. "Bu şekilde değişmek istemezdim," diyorum. Kanunlara benim kalemim sökmüyor.
Hayatta aklımın ucuna gelmeyecek şeylerin mümkünüm olabileceğini fark ettiğim anları izliyorum. Girdiğim savaşlardan galibiyetle çıkacağım umudunu beslemekle meşgulüm, oturup ağlayacağımı bildiğim tarihleri beynime kazımamış gibi.

Hem bu kadar neşeli hem de bu kadar melankolik bir yapıda oluşuma hayret ediyorum. Yüzümü güldürmek tek harf, kalbime hüznü koymak da bir o kadar kısa sanki. Beni anlamak hem çok kolay hem de karanlık gecedeki güneşin hâli.

Kendi içimi rahatlatmak için gurursuzu oynadığım anlar gelirken aklıma yeni bir orduyla karşı karşıyayım: İnsanı kendinden şüphe ettirenler ordusu. "Benim bildiğim, benim özgürlüğümdür," mottosu silahım olacak. İçimdeki değerli insana sarılmayı bileceğim.

Bazı şeyler kalmak istedikleri gibi kalacaklar, hatırlanmak istedikleri şekliyle ve de kendilerine yakıştığı hâliyle. Değiştirmeye gücüm yetmeyecek, anladım.

Eksik edilmiş bir umursamazlık duasının çukurundayım yıllardır. Gönlümce olmayışların sessizliği içindeyim. Bir gün cenaze olarak anılacağımı bildiğim bu dünyaya karşı hassas kalbimden vazgeçtiğimde kahkahalara boğulacağım, biliyorum.

Sabitlenmişim gibi durduğum bütün göklerden bir anda uçacağım. Hiç uğramamış gibi, benim bile bana hayret ettiğim bir hızla ve çekinmeden. Bu bir sır ve içinde söylenmiş bir sırrın büyüsü...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Seçmediğim Mutluluklar

Her şeyin seçimlerimle olmasını temenni ederken seçmediğim, ufak zannettiğim mutlulukları ayrımsadım. Zaman zaman ayrımsamış olsam da bugün o mutlulukların yüzüne baktırıldım. Niyet etsem yapmama imkân verilmiş ufak şeylerin ben niyet etmeden karşımda olduğunda kalbime yaydığı o hoşluk neyin habercisi diye düşünmeye başladım. Bugüne kadar "oku"yamadığım mektuplara merak ve endişeyle baktım. Sonu olmayan mutluluk hazinesinden düşünmeden, sabırsızca, hırsla büyük mutluluklar beklerken sadece görüntüsüyle asık suratımı toplayan kedinin bana gönderilmiş bir mutluluk olduğunun farkında değildim. Düşünürsem eğer o an gülümseyebilmek benim seçtiğim bir mutluluk değildi; beklemediğim bir anda kulağıma çalınan güzel bir söz veya beş yıldır pek değişmeyen kaktüsümün beş yılın sonunda tomurcuk vermesi de... Seçmediklerim, bilmediklerimden derlenip bir demet hâlinde sürekli sunuluyormuş meğerse. Neye ne zaman ihtiyacım olduğunun seçimime bırakılmaması ne tatlı bir nimetmiş, tam olarak şu

Biçilmemiş Kaftan

Kendi hâlindeliğin huzurundan bunalmış bir hâlde yoluna devam ederken bir vitrinin önünde durmuştu. Uzaktan pek afili duran kaftana baktı. İçeri girdi. Yakından baktıkça zihnini bir eline, yüreğini bir eline alıyordu; çünkü uzaktan göründüğü kadar güzel değildi sanki ama bir yandan da caka satıyordu. Denemeye karar verdi. Sonuçta üzerinde çok başka durabilirdi. Giydi. "'Biçilmiş kaftan' dedikleri bu olsa gerek," diye düşündü. Mor bulutlarda uzun ama kısa bir yolculuk başladı. Yavaş yavaş ilerlerken ara ara taşları batıyordu "biçilmiş kaftan"ın. "Olur o kadar," dedi. Oysa ilerledikçe duruşu bozuluyordu. Gözlerinin rengi kayboluyor ama o, gerçeğin yanından geçişine aldırış etmiyordu. Sabırla yol almaya çalıştı, iyi niyetleri de ona gereksiz bir kalabalıkla eşlik ediyordu. Üzerine oturduğuna inandığından mıdır bilmeden kabulleniyordu renklerinden oluşunu; hatta sevmeye başlamıştı. O afili (!) kaftanın kendisine iki beden küçük olduğunu yaralandığında

Yüreği Kırıklara

Duruyordu. Bir salıncağın üzerinde öylece duruyordu. Ağır adımlarla yanına yaklaştım. Yerler ıslaktı. Kafamı kaldırdım. Bir ağaç, bir salıncak, bir kadın! Gözlerinden kocaman damlalar süzülüyordu. Gözleri yaşlar içindeyken yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Ne acı bir gülümsemeydi bu ne de mutluluğu çağrıştırıyordu. Kocaman bir damla daha düştü gözlerinden. Akıttığı gözyaşının ardından bakıyordu ki dayanamadım. Neden ağladığını tam soracakken: “Af!” dedi. “Af damlası. Bu damlayı affettiğim her şeye akıttım. Affetmek, gönlümün bana bir hediyesiydi. Gözümden düşenlere “veda” olsun!” Çok gecikmeden bir damla daha düştü derin gözlerinden. Bir gözyaşı parıldar mı? Alabildiğine parıldıyordu. Bu defa gözyaşının arkasından ben bakıyordum. Hayranlıkla ve de hayretle! Kadın, öfkeyle bana baktı. Geri çekildim. “Umut!” dedi. “Ummamayı öğrenene kadar ben de senin gibi bakardım. Beni küstüren, vazgeçmeyen yüreğime bir “oh” olsun!” Bir damla daha! “Güzellik! Çok güzeldim ben. Şimdi ise daha güz