Ana içeriğe atla

Sonra?

Sonra kalbime döndüm. Kalbim, ruhumla konuşuyordu. Ruhumdan bugüne kadar duymadığım, tarif etmekte zorlandığım bir ses işittim. Yaşlanmış gibiydi. Bitkindi belki de. Solgun olduğu kesindi. Gördüğü her şeye tek bir şey soruyordu: Sonra?

Ruhum öylesine uzaklaşmıştı ki hep bildiğim benden çok başka o ben; o beklentili, o tez canlı, o hayalperest ben ifadesizce duruyordum. Can tohumlarım, suyu bir kez bile tatmamışçasına kalan tek nefesleriyle umarsızca beni bekliyordu.

Döndüğüm kalbimin zerre anlayışla nasıl da değişebileceğini gördüm. O kalp ki; yara almaya açık, fevri, öfkeli, diken üstünde bir kalpti. "Asla"larımı ufacık bir anlayışın avucuna aldı. Alacağı olsun mu? Ben benden sıyrılırsam olsun.

Bütün kalıplarla imtihan olurken tamam dedim, hadi her şey "zamanında" oldu, sonra? Hangi zamandı bu, hangi fâninin belirleyebileceği bir zaman?

"Her şey ama her şey başka olabilirdi," derken bir razı gelme hâli sarmasa şu göğsümün derinine yerleşen hüzün bâki kalır sanardım. Yerleşen... Kendine yer edinen ama aslında yeri olmayan...

"Böyle olmamalıydı," denilen her şey öyle bir olmaz ki. Öyle bir olmadı ki. Hadi oldu, bütün dünya herkesin oldu. Peki, sonra?

Bir şeyleri geride bırakırken ve bunu fark ettiğimde içime hüzün değil de sevinç çökse diyorum. Şu buruk his, tadımı bozuyor iyice. Aştım, atlattım, olgunlaştım... Sonra? Sonrası boş geliyor işte. Beni yaşlandıran, gözlerimin kenarlarına çizgiler doluşturmaya başlayan hiçbir anıya gülemeyeceğim ne de olsa.

Ağlayana: "Ağlama!", yapana: "Yapma!" demek kadar saçma geliyor her kabullenmeyiş. "Bu da böyle işte," diyebildiğim şeylerle bana muhtaç olmaksızın benden dökülecek olan merhametin şifasındayım. Affedebilecek kadar nasipliyim. Affetme duygum da bana sormuyor pek zaten. Kızsam da geçiyor kızmasam da. Kırılmak da çok fark etmiyor. Soruyorum yine: Sonra?

Kederli bir şarkının müziği yüreğime dokunurken pencerenin önünde yıllar geçmiş gibi irkildim, takvimi kontrol ettim. Ândaydım. Tüm yokluğumla ândaydım. "Sonra?"larıma sevimli bir telaş gerekti; ve o telaş bir yarına mı kalırdı, bin yarına mı kalırdı; bu sancı ruhumdan kaç renk daha eksiltirdi soru işaretlerim bittiğinde kalbimden okuyacağım.




Resim=> instagram.com/ottokim 🤍

Yorumlar

  1. Hasan Saldıran27 Ekim 2021 23:57

    Her satır kelime kelime içime işledi adeta. Keyifle ve heyecanla okudum. Ellerine, yüreğine sağlık :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Seçmediğim Mutluluklar

Her şeyin seçimlerimle olmasını temenni ederken seçmediğim, ufak zannettiğim mutlulukları ayrımsadım. Zaman zaman ayrımsamış olsam da bugün o mutlulukların yüzüne baktırıldım. Niyet etsem yapmama imkân verilmiş ufak şeylerin ben niyet etmeden karşımda olduğunda kalbime yaydığı o hoşluk neyin habercisi diye düşünmeye başladım. Bugüne kadar "oku"yamadığım mektuplara merak ve endişeyle baktım. Sonu olmayan mutluluk hazinesinden düşünmeden, sabırsızca, hırsla büyük mutluluklar beklerken sadece görüntüsüyle asık suratımı toplayan kedinin bana gönderilmiş bir mutluluk olduğunun farkında değildim. Düşünürsem eğer o an gülümseyebilmek benim seçtiğim bir mutluluk değildi; beklemediğim bir anda kulağıma çalınan güzel bir söz veya beş yıldır pek değişmeyen kaktüsümün beş yılın sonunda tomurcuk vermesi de... Seçmediklerim, bilmediklerimden derlenip bir demet hâlinde sürekli sunuluyormuş meğerse. Neye ne zaman ihtiyacım olduğunun seçimime bırakılmaması ne tatlı bir nimetmiş, tam olarak şu

Biçilmemiş Kaftan

Kendi hâlindeliğin huzurundan bunalmış bir hâlde yoluna devam ederken bir vitrinin önünde durmuştu. Uzaktan pek afili duran kaftana baktı. İçeri girdi. Yakından baktıkça zihnini bir eline, yüreğini bir eline alıyordu; çünkü uzaktan göründüğü kadar güzel değildi sanki ama bir yandan da caka satıyordu. Denemeye karar verdi. Sonuçta üzerinde çok başka durabilirdi. Giydi. "'Biçilmiş kaftan' dedikleri bu olsa gerek," diye düşündü. Mor bulutlarda uzun ama kısa bir yolculuk başladı. Yavaş yavaş ilerlerken ara ara taşları batıyordu "biçilmiş kaftan"ın. "Olur o kadar," dedi. Oysa ilerledikçe duruşu bozuluyordu. Gözlerinin rengi kayboluyor ama o, gerçeğin yanından geçişine aldırış etmiyordu. Sabırla yol almaya çalıştı, iyi niyetleri de ona gereksiz bir kalabalıkla eşlik ediyordu. Üzerine oturduğuna inandığından mıdır bilmeden kabulleniyordu renklerinden oluşunu; hatta sevmeye başlamıştı. O afili (!) kaftanın kendisine iki beden küçük olduğunu yaralandığında

Yüreği Kırıklara

Duruyordu. Bir salıncağın üzerinde öylece duruyordu. Ağır adımlarla yanına yaklaştım. Yerler ıslaktı. Kafamı kaldırdım. Bir ağaç, bir salıncak, bir kadın! Gözlerinden kocaman damlalar süzülüyordu. Gözleri yaşlar içindeyken yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Ne acı bir gülümsemeydi bu ne de mutluluğu çağrıştırıyordu. Kocaman bir damla daha düştü gözlerinden. Akıttığı gözyaşının ardından bakıyordu ki dayanamadım. Neden ağladığını tam soracakken: “Af!” dedi. “Af damlası. Bu damlayı affettiğim her şeye akıttım. Affetmek, gönlümün bana bir hediyesiydi. Gözümden düşenlere “veda” olsun!” Çok gecikmeden bir damla daha düştü derin gözlerinden. Bir gözyaşı parıldar mı? Alabildiğine parıldıyordu. Bu defa gözyaşının arkasından ben bakıyordum. Hayranlıkla ve de hayretle! Kadın, öfkeyle bana baktı. Geri çekildim. “Umut!” dedi. “Ummamayı öğrenene kadar ben de senin gibi bakardım. Beni küstüren, vazgeçmeyen yüreğime bir “oh” olsun!” Bir damla daha! “Güzellik! Çok güzeldim ben. Şimdi ise daha güz