Ana içeriğe atla

Zahirî Kayıplar

Tasvirlere sığmayacak kadar çok roman kahramanı sıralar gibi tanıştığım sayısız insana gitti aklım. Yolculuğum devam ederken yolumda taşlar, yokuşlar olmamış da yolum dümdüzmüş ve o yolda tek başımaymışım gibi şöyle bir durakladım. Hayatta sürekli rollerimizi gerçekleştirirken ândan kopup sonrasının boşluğunda bulmaya başladım kendimi. Bu da bitti, şu da, o da... Geçmiş ve gelecekte yaşarken çok parçaya bölünmenin ânlara verdiği huzursuzluğa ve bana rağmen bana omuz silktim. Yirmi beş yılı aşan aidiyet arayışını hoş gördüm. Ben hoş görmesem de o, nasiplere teslimdi en nihayetinde; ben ise zahirî kayıpları iyileştirmek niyetinde...

En dayanılmaz şeylerin bile kendine has olmasını sevdim. O öyleydi, o oydu. Eminim ki o da kendince ayakta durmaya çalışan bir şeydi. Bilemezdim, hiçbir fâni bilemezdi. Haddimi bildim, daha çok susmam gerektiği çoktan ilham edilmişti. Susabildiğim ânlar, tasvirlerimi çoğalttı. Sabrım filizlendi. Beklemek, dinmeyecek bir şeydi. Bekleyecektim. Her yolcunun bir durağı olacaktı, nasipse görecektim.

Sevginin kolunun uzunluğu ürperticiydi. Nasıl olabiliyordu, nasıl kolayca düzeltebiliyordu ki dokunduğu her ama her şeyi? Şu içimizde kalanlara karşı dik durup yüzlerine bile bakmamayı nasıl başarıyordu! Sonra yolumuzdaki her taş, sırtımızdaki her yara kaybolmaya mahkûm olup yolumuzu dümdüz gösteriyordu; hiç yaşanmamış gibi, zahirî kayıplar gönlümüze hiç yük olmamış gibi.

Nefes aldıkça el uzatan umutlara, yaşanacaklara, keşkelere, rağmenlere ve de şimdiye zahirî bir ben bırakıyorum. İyileştirmeye çalıştığım sözde kayıplarım, toplayabileceğim başka başka manevi nasiplerle beni bende görünür yapacak. Her yolcunun gönülden görünür olacağı çok duraklara!


Yorumlar

  1. Haticem hepsini okudum çok güzel anlamlı 👍👋👋başarılar bitanem 👁️‍🗨️😘

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Seçmediğim Mutluluklar

Her şeyin seçimlerimle olmasını temenni ederken seçmediğim, ufak zannettiğim mutlulukları ayrımsadım. Zaman zaman ayrımsamış olsam da bugün o mutlulukların yüzüne baktırıldım. Niyet etsem yapmama imkân verilmiş ufak şeylerin ben niyet etmeden karşımda olduğunda kalbime yaydığı o hoşluk neyin habercisi diye düşünmeye başladım. Bugüne kadar "oku"yamadığım mektuplara merak ve endişeyle baktım. Sonu olmayan mutluluk hazinesinden düşünmeden, sabırsızca, hırsla büyük mutluluklar beklerken sadece görüntüsüyle asık suratımı toplayan kedinin bana gönderilmiş bir mutluluk olduğunun farkında değildim. Düşünürsem eğer o an gülümseyebilmek benim seçtiğim bir mutluluk değildi; beklemediğim bir anda kulağıma çalınan güzel bir söz veya beş yıldır pek değişmeyen kaktüsümün beş yılın sonunda tomurcuk vermesi de... Seçmediklerim, bilmediklerimden derlenip bir demet hâlinde sürekli sunuluyormuş meğerse. Neye ne zaman ihtiyacım olduğunun seçimime bırakılmaması ne tatlı bir nimetmiş, tam olarak şu

Biçilmemiş Kaftan

Kendi hâlindeliğin huzurundan bunalmış bir hâlde yoluna devam ederken bir vitrinin önünde durmuştu. Uzaktan pek afili duran kaftana baktı. İçeri girdi. Yakından baktıkça zihnini bir eline, yüreğini bir eline alıyordu; çünkü uzaktan göründüğü kadar güzel değildi sanki ama bir yandan da caka satıyordu. Denemeye karar verdi. Sonuçta üzerinde çok başka durabilirdi. Giydi. "'Biçilmiş kaftan' dedikleri bu olsa gerek," diye düşündü. Mor bulutlarda uzun ama kısa bir yolculuk başladı. Yavaş yavaş ilerlerken ara ara taşları batıyordu "biçilmiş kaftan"ın. "Olur o kadar," dedi. Oysa ilerledikçe duruşu bozuluyordu. Gözlerinin rengi kayboluyor ama o, gerçeğin yanından geçişine aldırış etmiyordu. Sabırla yol almaya çalıştı, iyi niyetleri de ona gereksiz bir kalabalıkla eşlik ediyordu. Üzerine oturduğuna inandığından mıdır bilmeden kabulleniyordu renklerinden oluşunu; hatta sevmeye başlamıştı. O afili (!) kaftanın kendisine iki beden küçük olduğunu yaralandığında

Yüreği Kırıklara

Duruyordu. Bir salıncağın üzerinde öylece duruyordu. Ağır adımlarla yanına yaklaştım. Yerler ıslaktı. Kafamı kaldırdım. Bir ağaç, bir salıncak, bir kadın! Gözlerinden kocaman damlalar süzülüyordu. Gözleri yaşlar içindeyken yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Ne acı bir gülümsemeydi bu ne de mutluluğu çağrıştırıyordu. Kocaman bir damla daha düştü gözlerinden. Akıttığı gözyaşının ardından bakıyordu ki dayanamadım. Neden ağladığını tam soracakken: “Af!” dedi. “Af damlası. Bu damlayı affettiğim her şeye akıttım. Affetmek, gönlümün bana bir hediyesiydi. Gözümden düşenlere “veda” olsun!” Çok gecikmeden bir damla daha düştü derin gözlerinden. Bir gözyaşı parıldar mı? Alabildiğine parıldıyordu. Bu defa gözyaşının arkasından ben bakıyordum. Hayranlıkla ve de hayretle! Kadın, öfkeyle bana baktı. Geri çekildim. “Umut!” dedi. “Ummamayı öğrenene kadar ben de senin gibi bakardım. Beni küstüren, vazgeçmeyen yüreğime bir “oh” olsun!” Bir damla daha! “Güzellik! Çok güzeldim ben. Şimdi ise daha güz