Hani benim ismim? Erken uyananmışım. Yirmi üç yıl sonra uyandım. O da uyanabildiğim kadar tabii. Uyanamadığım her ânın bedelini ödemeye başladım. Kaybettiğim her saniyenin bedeli kapımda. Kendi hayatımı dışarıdan izliyorum. Bu hayat bana ait olamaz. Hani benim tez canlılığım? Nasıl bekleyebildim? Nasıl yerimde sayabildim? Şimdi lanetler var dilimde; sebep olan her seçimime, her şeye ve herkese.
Allah'ım, affet. Müthiş bir ümitsizlik var içimde. Varsa eğer gelecek güzel günlerin hiçbiri bana gelmeyecekmiş gibi, hayallerim ömrüme yetişemeyecekmiş gibi, o muazzam değersizlik duygumla gömülecekmişim gibi, yük oluşumla kalacakmışım gibi...
Bilmiyorum; bu bir imtihan mı, olması gereken mi yoksa hayatın kendisi mi? Kendi seçimlerimle geldiğim bu noktada buna cevap veremiyorum. Ben ne olacağım? Önemsemeden de edemiyorum. Zaten umursamaz olmayı ne zaman becerebildim ki! Umursamama seviyesine gelmeyi de hiç sevmedim; çünkü ne zaman saygımı yitirsem umursamamayı o zaman bildim. Ben saygımı yitirmeyi ise hiç seçmedim ki. Oldu, birkaç defa mecbur edildim.
Sevgiye inanmadığım, söylenen güzel sözleri üzerime alınamadığım bu noktada uzun zamandır bir kurtuluş hayal ediyorum. Görebildiğim kurtuluş kapıları da kapalı. Yaşlanmış hissediyorum. Yaş almaktan da korkar oldum ama "...aklı başa getiren yaştır," cümlesine katılmaktan da kendimi alamıyorum.
Zamanın acımasızlığından korkmadığım bir yazı yazar mıyım bir gün? O günü dört gözle bekliyorum. Yenilmediğim o değerli günü.
Yorumlar
Yorum Gönder