Ana içeriğe atla

İçimde Kal

Bugün başlığıma yanıltıcı bir imaj vererek😁 aslında kelimelerin, cümlelerin, seslerin rahatlatıcı etkisine sığınanlara yazmak istiyorum. İçine hiçbir şey atmayanlara, kendime...

İçine atmak genelde sorun olabilir; hatta sorunlar zincirini beraberinde getirebilecek de bir şeydir. Peki, içine hiç atmamak her zaman iyi midir veya gerekli midir? Bir süredir kendi içimde bunu tartışıyorum. Edindiğim bir bilginin tecrübeye dönüşümünden başlayarak anlatmak istediğim şeye doğru yönelmek istiyorum:

Geceleri uykuya geçmekte zorluk çekiyorsanız; gözlerinizi kapatın, gözlerinizin önüne gelen her şeyi sesli bir şekilde söyleyin, ne zaman uykuya geçtiğinizi hatırlamayacaksınız. Tecrübe edildi, onaylandı😄 Burada kendimce yorumladığım bir şey var: Kafamın içi kalabalık bir oda ve ben söylediğim her kelimede o odayı boşaltıyorum. Oda sakinleşince de gelsin uyku! 

Anlattığım şey, yazıya girişimle HENÜZ bağdaşmamış olabilir. "İçime atmadım, uykusuz kalmadım!" da denebilir. Haklı da olunur. Burada içine atma zaten AMA yalnız kendine sesli bir şekilde söylediğin veya hiç kimsenin görmediği bir yere yazdığın hissiyatın, sadece dışarı çıkmış olmasıyla birlikte hafifler. Bu, yazılı olmayan kural gibi bir şey ve ben diyorum ki bazen bazı şeyler içimizde kalsın ki bizi rahatlatmasın. Nasıl yani?

Şöyle bir baktığımda kesin bir çözüme kavuşturmadığım çoğu şeyde görüyorum ki hep konuşmuşum, hep yazmışım. Konuşarak çözdüğümü sanmışım. Aslında uzun zamandır çözülmediklerini gördüğümde fark ettim. Yazmaya sığındığım anlara ve yazılarıma baktığımda deli hissiyatımı içimden atmaya çalıştığımı ve aslında bu kurtulma şeklimin yine çözüme götürmediğini gördüğümde fark ettim. Bazen hiç konuşmamalı ve bazen de hiç yazmamalıymışım. Konuşkan yaratılışımı evirdiğim ve asosyali oynadığım zamanlar olmalıymış. Bazen İÇİMDE KALmalıymış.

İçimde kalsaydı beni harekete geçiren bir şey olurdu belki. Sussaydım içimdekiler gönlümde daha az yer eder, mantığım ağır basardı. Mantığım ağır basınca da seçimlerim yoluma ışık olur ve bugün gönlüm daha huzurlu olabilirdi. Cümlelere sığınmasaydım kendimle kalırdım ve bu bana daha çok yol aldırırdı. Sesler bazen ziyan oldu. Kalem bazen tükenmekten öteye geçemedi. Ben ise bu sefer neyi içimden attığımı bilmeyerek yazdım. Bu defa sorun yok gibi. Farkına varışımın alnından öpüyorum!😃

Yorumlar

  1. merhaba. yazınız çok güzel. akıcı ve kolay okunuyor. sanki sohbet tadında. çok başarılısınız gerçekten. tebrikler...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Seçmediğim Mutluluklar

Her şeyin seçimlerimle olmasını temenni ederken seçmediğim, ufak zannettiğim mutlulukları ayrımsadım. Zaman zaman ayrımsamış olsam da bugün o mutlulukların yüzüne baktırıldım. Niyet etsem yapmama imkân verilmiş ufak şeylerin ben niyet etmeden karşımda olduğunda kalbime yaydığı o hoşluk neyin habercisi diye düşünmeye başladım. Bugüne kadar "oku"yamadığım mektuplara merak ve endişeyle baktım. Sonu olmayan mutluluk hazinesinden düşünmeden, sabırsızca, hırsla büyük mutluluklar beklerken sadece görüntüsüyle asık suratımı toplayan kedinin bana gönderilmiş bir mutluluk olduğunun farkında değildim. Düşünürsem eğer o an gülümseyebilmek benim seçtiğim bir mutluluk değildi; beklemediğim bir anda kulağıma çalınan güzel bir söz veya beş yıldır pek değişmeyen kaktüsümün beş yılın sonunda tomurcuk vermesi de... Seçmediklerim, bilmediklerimden derlenip bir demet hâlinde sürekli sunuluyormuş meğerse. Neye ne zaman ihtiyacım olduğunun seçimime bırakılmaması ne tatlı bir nimetmiş, tam olarak şu

Biçilmemiş Kaftan

Kendi hâlindeliğin huzurundan bunalmış bir hâlde yoluna devam ederken bir vitrinin önünde durmuştu. Uzaktan pek afili duran kaftana baktı. İçeri girdi. Yakından baktıkça zihnini bir eline, yüreğini bir eline alıyordu; çünkü uzaktan göründüğü kadar güzel değildi sanki ama bir yandan da caka satıyordu. Denemeye karar verdi. Sonuçta üzerinde çok başka durabilirdi. Giydi. "'Biçilmiş kaftan' dedikleri bu olsa gerek," diye düşündü. Mor bulutlarda uzun ama kısa bir yolculuk başladı. Yavaş yavaş ilerlerken ara ara taşları batıyordu "biçilmiş kaftan"ın. "Olur o kadar," dedi. Oysa ilerledikçe duruşu bozuluyordu. Gözlerinin rengi kayboluyor ama o, gerçeğin yanından geçişine aldırış etmiyordu. Sabırla yol almaya çalıştı, iyi niyetleri de ona gereksiz bir kalabalıkla eşlik ediyordu. Üzerine oturduğuna inandığından mıdır bilmeden kabulleniyordu renklerinden oluşunu; hatta sevmeye başlamıştı. O afili (!) kaftanın kendisine iki beden küçük olduğunu yaralandığında

Yüreği Kırıklara

Duruyordu. Bir salıncağın üzerinde öylece duruyordu. Ağır adımlarla yanına yaklaştım. Yerler ıslaktı. Kafamı kaldırdım. Bir ağaç, bir salıncak, bir kadın! Gözlerinden kocaman damlalar süzülüyordu. Gözleri yaşlar içindeyken yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Ne acı bir gülümsemeydi bu ne de mutluluğu çağrıştırıyordu. Kocaman bir damla daha düştü gözlerinden. Akıttığı gözyaşının ardından bakıyordu ki dayanamadım. Neden ağladığını tam soracakken: “Af!” dedi. “Af damlası. Bu damlayı affettiğim her şeye akıttım. Affetmek, gönlümün bana bir hediyesiydi. Gözümden düşenlere “veda” olsun!” Çok gecikmeden bir damla daha düştü derin gözlerinden. Bir gözyaşı parıldar mı? Alabildiğine parıldıyordu. Bu defa gözyaşının arkasından ben bakıyordum. Hayranlıkla ve de hayretle! Kadın, öfkeyle bana baktı. Geri çekildim. “Umut!” dedi. “Ummamayı öğrenene kadar ben de senin gibi bakardım. Beni küstüren, vazgeçmeyen yüreğime bir “oh” olsun!” Bir damla daha! “Güzellik! Çok güzeldim ben. Şimdi ise daha güz