Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Biçilmemiş Kaftan

Kendi hâlindeliğin huzurundan bunalmış bir hâlde yoluna devam ederken bir vitrinin önünde durmuştu. Uzaktan pek afili duran kaftana baktı. İçeri girdi. Yakından baktıkça zihnini bir eline, yüreğini bir eline alıyordu; çünkü uzaktan göründüğü kadar güzel değildi sanki ama bir yandan da caka satıyordu. Denemeye karar verdi. Sonuçta üzerinde çok başka durabilirdi. Giydi. "'Biçilmiş kaftan' dedikleri bu olsa gerek," diye düşündü. Mor bulutlarda uzun ama kısa bir yolculuk başladı. Yavaş yavaş ilerlerken ara ara taşları batıyordu "biçilmiş kaftan"ın. "Olur o kadar," dedi. Oysa ilerledikçe duruşu bozuluyordu. Gözlerinin rengi kayboluyor ama o, gerçeğin yanından geçişine aldırış etmiyordu. Sabırla yol almaya çalıştı, iyi niyetleri de ona gereksiz bir kalabalıkla eşlik ediyordu. Üzerine oturduğuna inandığından mıdır bilmeden kabulleniyordu renklerinden oluşunu; hatta sevmeye başlamıştı. O afili (!) kaftanın kendisine iki beden küçük olduğunu yaralandığında
En son yayınlar

Yüreği Kırıklara

Duruyordu. Bir salıncağın üzerinde öylece duruyordu. Ağır adımlarla yanına yaklaştım. Yerler ıslaktı. Kafamı kaldırdım. Bir ağaç, bir salıncak, bir kadın! Gözlerinden kocaman damlalar süzülüyordu. Gözleri yaşlar içindeyken yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Ne acı bir gülümsemeydi bu ne de mutluluğu çağrıştırıyordu. Kocaman bir damla daha düştü gözlerinden. Akıttığı gözyaşının ardından bakıyordu ki dayanamadım. Neden ağladığını tam soracakken: “Af!” dedi. “Af damlası. Bu damlayı affettiğim her şeye akıttım. Affetmek, gönlümün bana bir hediyesiydi. Gözümden düşenlere “veda” olsun!” Çok gecikmeden bir damla daha düştü derin gözlerinden. Bir gözyaşı parıldar mı? Alabildiğine parıldıyordu. Bu defa gözyaşının arkasından ben bakıyordum. Hayranlıkla ve de hayretle! Kadın, öfkeyle bana baktı. Geri çekildim. “Umut!” dedi. “Ummamayı öğrenene kadar ben de senin gibi bakardım. Beni küstüren, vazgeçmeyen yüreğime bir “oh” olsun!” Bir damla daha! “Güzellik! Çok güzeldim ben. Şimdi ise daha güz

Seçmediğim Mutluluklar

Her şeyin seçimlerimle olmasını temenni ederken seçmediğim, ufak zannettiğim mutlulukları ayrımsadım. Zaman zaman ayrımsamış olsam da bugün o mutlulukların yüzüne baktırıldım. Niyet etsem yapmama imkân verilmiş ufak şeylerin ben niyet etmeden karşımda olduğunda kalbime yaydığı o hoşluk neyin habercisi diye düşünmeye başladım. Bugüne kadar "oku"yamadığım mektuplara merak ve endişeyle baktım. Sonu olmayan mutluluk hazinesinden düşünmeden, sabırsızca, hırsla büyük mutluluklar beklerken sadece görüntüsüyle asık suratımı toplayan kedinin bana gönderilmiş bir mutluluk olduğunun farkında değildim. Düşünürsem eğer o an gülümseyebilmek benim seçtiğim bir mutluluk değildi; beklemediğim bir anda kulağıma çalınan güzel bir söz veya beş yıldır pek değişmeyen kaktüsümün beş yılın sonunda tomurcuk vermesi de... Seçmediklerim, bilmediklerimden derlenip bir demet hâlinde sürekli sunuluyormuş meğerse. Neye ne zaman ihtiyacım olduğunun seçimime bırakılmaması ne tatlı bir nimetmiş, tam olarak şu

Zahirî Kayıplar

Tasvirlere sığmayacak kadar çok roman kahramanı sıralar gibi tanıştığım sayısız insana gitti aklım. Yolculuğum devam ederken yolumda taşlar, yokuşlar olmamış da yolum dümdüzmüş ve o yolda tek başımaymışım gibi şöyle bir durakladım. Hayatta sürekli rollerimizi gerçekleştirirken ândan kopup sonrasının boşluğunda bulmaya başladım kendimi. Bu da bitti, şu da, o da... Geçmiş ve gelecekte yaşarken çok parçaya bölünmenin ânlara verdiği huzursuzluğa ve bana rağmen bana omuz silktim. Yirmi beş yılı aşan aidiyet arayışını hoş gördüm. Ben hoş görmesem de o, nasiplere teslimdi en nihayetinde; ben ise zahirî kayıpları iyileştirmek niyetinde... En dayanılmaz şeylerin bile kendine has olmasını sevdim. O öyleydi, o oydu. Eminim ki o da kendince ayakta durmaya çalışan bir şeydi. Bilemezdim, hiçbir fâni bilemezdi. Haddimi bildim, daha çok susmam gerektiği çoktan ilham edilmişti. Susabildiğim ânlar, tasvirlerimi çoğalttı. Sabrım filizlendi. Beklemek, dinmeyecek bir şeydi. Bekleyecektim. Her yolcunun bir

Sonra?

Sonra kalbime döndüm. Kalbim, ruhumla konuşuyordu. Ruhumdan bugüne kadar duymadığım, tarif etmekte zorlandığım bir ses işittim. Yaşlanmış gibiydi. Bitkindi belki de. Solgun olduğu kesindi. Gördüğü her şeye tek bir şey soruyordu: Sonra? Ruhum öylesine uzaklaşmıştı ki hep bildiğim benden çok başka o ben; o beklentili, o tez canlı, o hayalperest ben ifadesizce duruyordum. Can tohumlarım, suyu bir kez bile tatmamışçasına kalan tek nefesleriyle umarsızca beni bekliyordu. Döndüğüm kalbimin zerre anlayışla nasıl da değişebileceğini gördüm. O kalp ki; yara almaya açık, fevri, öfkeli, diken üstünde bir kalpti. "Asla"larımı ufacık bir anlayışın avucuna aldı. Alacağı olsun mu? Ben benden sıyrılırsam olsun. Bütün kalıplarla imtihan olurken tamam dedim, hadi her şey "zamanında" oldu, sonra? Hangi zamandı bu, hangi fâninin belirleyebileceği bir zaman? "Her şey ama her şey başka olabilirdi," derken bir razı gelme hâli sarmasa şu göğsümün derinine yerleşen hüzün bâki kalı

İçimde Kal

Bugün başlığıma yanıltıcı bir imaj vererek😁 aslında kelimelerin, cümlelerin, seslerin rahatlatıcı etkisine sığınanlara yazmak istiyorum. İçine hiçbir şey atmayanlara, kendime... İçine atmak genelde sorun olabilir; hatta sorunlar zincirini beraberinde getirebilecek de bir şeydir. Peki, içine hiç atmamak her zaman iyi midir veya gerekli midir? Bir süredir kendi içimde bunu tartışıyorum. Edindiğim bir bilginin tecrübeye dönüşümünden başlayarak anlatmak istediğim şeye doğru yönelmek istiyorum: Geceleri uykuya geçmekte zorluk çekiyorsanız; gözlerinizi kapatın, gözlerinizin önüne gelen her şeyi sesli bir şekilde söyleyin, ne zaman uykuya geçtiğinizi hatırlamayacaksınız. Tecrübe edildi, onaylandı😄 Burada kendimce yorumladığım bir şey var: Kafamın içi kalabalık bir oda ve ben söylediğim her kelimede o odayı boşaltıyorum. Oda sakinleşince de gelsin uyku!  Anlattığım şey, yazıya girişimle HENÜZ bağdaşmamış olabilir. "İçime atmadım, uykusuz kalmadım!" da denebilir. Haklı da olunur. Bu

Anlamsız Anlamlar

Yürüyor anlamsız anlamlar. Her yere bulaşmış. Ne yana baksam oradalar. Gözümden mi anlam akıttım, dilimden mi, gönlümden mi? Nereden bulaştı? Nereden oturdu ki üstlerine? Nasıl da yakışabildi? Nasıl yakıştırabildim? İyiliğim tuttu da birer gülen yüz kondurdum sanki. Hak edilmiş pek az şey olduğunu unutacağım ya hani! Neydi bu gözde büyütmeler? İnsan dediğin kanadı kırık fani. "Eşya", "şey"in çokluk hâli değil mi? Bir "şey"iz hepimiz. Üzerine anlam yüklenen "eşya"lar sadece. Ben, "eşya"larıma gönlümden akıttım hep. Sonra dönüp "şey" oluşumu izledim. Neydim ki? Yürüyen anlamsız anlamların değneği. Hangi dokunuş anlamlı anlam olabildi ki? Benmişim anlam. Beni benden çıkarınca hiçbir "şey" kalmadığında anladım. Gördüğüm çiçekler bana aitmiş. Uzaklaştığımda soldular, o vakit anladım. "Bir varmış, bir yokmuş"tan ibaretmiş her "şey". Ben bana kalınca anladım. Şimdi, anlam yüklediğim herkesin kalbine ruhl

Belirsiz

Yazmaya sığındığım bir ândayım. Gülerek geçemedim üstünden bu sefer. Olumluyu fısıldayan birkaç cümle şu âna yetemedi, şimdiyi saramadı. İstikbalimi kocaman bir belirsizlik sarmışken ve ben belirsizliğin düşmanıyken yazmak, yüreğime bir damla su belki. Hiç yoktan iyidir? Hani benim ismim? Erken uyananmışım. Yirmi üç yıl sonra uyandım. O da uyanabildiğim kadar tabii. Uyanamadığım her ânın bedelini ödemeye başladım. Kaybettiğim her saniyenin bedeli kapımda. Kendi hayatımı dışarıdan izliyorum. Bu hayat bana ait olamaz. Hani benim tez canlılığım? Nasıl bekleyebildim? Nasıl yerimde sayabildim? Şimdi lanetler var dilimde; sebep olan her seçimime, her şeye ve herkese. Allah'ım, affet. Müthiş bir ümitsizlik var içimde. Varsa eğer gelecek güzel günlerin hiçbiri bana gelmeyecekmiş gibi, hayallerim ömrüme yetişemeyecekmiş gibi, o muazzam değersizlik duygumla gömülecekmişim gibi, yük oluşumla kalacakmışım gibi... Bilmiyorum; bu bir imtihan mı, olması gereken mi yoksa hayatın kendisi mi? Kendi

Yolcu Yorgunu

Yolcu yorgunu olmuşum ben.  Ne bir hastalık bu ne bir seçim, Ne bir bahtiyarlık ne bir çaresizlik. Yollara karışmış adım. Bilmem, bir durak mıyım yoksa yolun kendisi mi? Ben el sallamayı bilmezdim ki. Sanki sıkı sıkı tutmak işime yaramış gibi. Yolcular mı yordu, yolcu edemediklerim mi? Bilerek uğurladıklarım, uğurlanmaya mahkûm olanlar ya da uğurlanmaya mahkûm ettiklerim, hangisi? Ne aradığım ne de beklemekten vazgeçtiğim sıcacık bir el her şeyi çözebilir belki. İyi insan kalabilme savaşım... Bunu diğer insanlar yüzünden kaybetmeye gönlüm razı olabilir mi ki? Yolcu ettim ben; önce duygularımı, sonra hayallerimi. Ne küsüm şimdi ne de razıyım. Ne yolcular üzebilir artık beni ne de yolun acıklı vaziyeti. Çizmek istediğim yolların yolcu oluşlarına bakıyorum şimdi. Yol yorgunu olmak varken yolcu yorgunu olduk iyi mi! Gülümseyerek hatırlayamadığım hiçbir şeye anı demiyorum artık. Üç beş andan başka hiçbir şeyi de özlemiyorum. Ben bir sırım şimdi. Benim bile bilmediğim bir sır... Yolculuğum b

Yeni Ben

Dünkü bana bakarak bugünkü beni gözlemliyorum şu günlerde. Gördüklerimden mutlu olmayı beklemem gerekirken hoşnutsuz gibiyim. Müdahale edemediğim belki de etmediğim şeylere karşı biraz kızgınım, biraz teslimiyet içerisindeyim. Öğrendiklerim bana bir yol olmuş, kâğıt kesiği sonu edasıyla tatlı bir acıya dönüşmüş gibiler. Öğrenemediklerim her gün, her hafta, her ay, her yıl farklı bir kimlikle karşımdalar. "Öğrenmeyeceğim!" diye bağıramıyorum da. "Öğreneceksin," diyorlar, sakin ve kararlı bir ses tonuyla. Vazgeçilmeyi öğrendiğim gibi vazgeçmeyi de öğrenmişim. Eskisi kadar acıtmadığı dikkatimden kaçmıyor. "Bu şekilde değişmek istemezdim," diyorum. Kanunlara benim kalemim sökmüyor. Hayatta aklımın ucuna gelmeyecek şeylerin mümkünüm olabileceğini fark ettiğim anları izliyorum. Girdiğim savaşlardan galibiyetle çıkacağım umudunu beslemekle meşgulüm, oturup ağlayacağımı bildiğim tarihleri beynime kazımamış gibi. Hem bu kadar neşeli hem de bu kadar melankolik

Bahara

Bir gün sadakatim yolunu şaşırmıştı. Öylesine güçlüydü ki ve de inatçı. Her yanı uçurum olan yolda süratle ilerlerken deli cesaretimle iş birliği yapmak üzereydi. Çok geçmeden "Dur!" dedim. Vazgeçmek nedir bilmiyordu. Veda etmeyi öğrenememişti hiç. Girdiği her yolun masumiyetine olan inancı elini kolunu bağlıyordu. Bir tek zaman alıp götürebilirdi onu. Tercihlerin pek acıklı vazgeçileni olduğunu unutmuştu. Hayallerime ket vuran benliğimin elinde can çekişiyordu, bile bile. Her şeyin farkındaydım, her şeyin. Bir Cemal Süreya cümlesinde buluyordum kendimi: "...Herkes her şeyin farkında ve kimse hiçbir şeyi yanlışlıkla yapmadı." Bir ah ateşi yandı gönlünde. Hissizleşmişti neyse ki. Eskisi kadar mutlu edemeyen şey, eskisi kadar üzemiyordu da. Israrla öğrenmek istemiyordu kabullenmeyi. Bütün dünya bir olup öğretiyorlardı. Öğrenecekti. Belki bahara. Öğrenmezse ıslanacaktı hırçın yağmurların altında yine yeniden. Bilmezden gelmem gerekiyordu, biraz da görmezden gelmem

🕊

Özgürlüğe doyamayan kuş, kaldın mı yine özgür? Süzüldün mü göğünde boynun bükük? Anladın mı başka yâr yok? Bak herkes çakıl taşı Senin yarın da yârin de göğündür Senin dalın kanadındır Senin canın emanetindir Bir aidiyet arayışın hüznündür Yarımsın, yarım kalacaksın belki Etme ümit Düşman olma özgürlüğüne Sarıl daha çok Sanma kalır hep O da gider bulur bir sebep Bilmem kaçıncı basamaktasın Belki çok uzak belki bir ân kadar yakınsın Sadece vatanındasın Bekliyorum, anlayacaksın Bir gün, anlayacaksın.

Yaralı Kuş

Milyonlarca yıldır söylenmiş sözlere; yazılmış şiirlere, şarkılara değdi ayağım. Dün anlam veremediğim sözlere anlam verdim bugün. Birileri hissetmiş de söylemiş dedim. Tanımadığım insanlarla bir oldu yüreğim. Dünyadan paçasını kurtarmış o insanlar bilebilir miydi bugün o duyguların benim ruhumda çalınacağını? İnsan... Yarına katlanmak için bir sebep bulamayan insan yaralı bir kuş olur. Kanatlarından akar gözyaşları. Gri kanatlarına siyah derler, kara derler, kömür derler. "Ben neymişim be!" bile diyemez de kırmızıya boyanır kanatları yine yeniden. Bir küçük çocuğa değmesinden korktuğum kem gözlerden ürperdiğim gibi ürperdim bugün. Sığındığım bütün anlayışlardan kaçtım delicesine. Borç defterlerinden döküldü adım. Varlığına ihtimal veremeyeceğim hesaplarım varmış. Ruhumdan ödedim. Şimdi anılarım arasında nereye koyacağımı bilmediğim bir şeyler var. Unutma düğmesi yok. Kafamın dizaynı inat. Elimde kaldı mı öylece! Zaman... Al bu da sana emanet. Bir küçük kızdım ben. Deli

Deli Umut

"Bir yol düşünüyorsun, ne başındasın ne de sonunda... Üzerinde bile değilsin. Ama içinden çıkamıyorsun." Bir yol düşünüyorum, ne başındayım ne de sonunda. Üzerinde bile değilim; ama içinden çıkamıyorum. Düşündüğüm yollara bir türlü gitmeyen ayaklarıma kızdım. İçimde filizlenmeyi bekleyen tohumlara ettiğim eziyetin haddi vardı, hesabı asla yoktu. Kitaplığımdaki Piraye ile göz göze geldim. "Sen ne yapıyorsun?" der gibiydi. "Sen ne yapıyorsun!" Umuda parmak sallarken buldum kendimi. Her istediğini ağlayarak yaptırabileceğini sanan hırçın bir çocuk gibiydi karşımda. Silmek istedim onu bütün hücrelerimden. En güzel duygulardan biri olmasının yanı sıra benim için tehlike hâline gelmeye başlamıştı çünkü. İyi insanların potansiyel tehlike hâline gelmesi gibi. Umut, bir öz güvenle imkânsıza yürüyordu. Delilikti yaptığı. Ben deliydim zaten. Başka bir deliye tahammülüm yoktu. Hayallerimi umudun ihtimallerine bırakma aptallığına kapıldım. Evet, aptallıktı. Zar